Kayıt olmanız sitemizde tam bir katılımcı olmanızı sağlayacaktır. Sitemizedeki beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, mesajlaşma sistemini kullanabilir ve daha fazlasını yapabilirsiniz.
Assassin’s Creed serisini o kadar çok seviyorum ki... İnsan bir şeyi bu kadar çok sevince, gidişat kötüye doğru olsa bile umudunu kaybetmiyor. Aslında durum bundan biraz daha farklı. Tam gidişat kötü derken, bir de bakıyorsunuz serinin son oyunu enfes olmuş. Sonra bir haber daha geliyor, bir sonraki oyunun aceleye gelmeyeceği, üzerinde titizlikle durulacağı söyleniyor. İnsan böyle bir sürecin içinde kararsız ve tatminsiz kalıyor tabii ki. İnsanız işte, n’apalım... Yazıya neden bu kadar karamsar ve kararsız başladığıma gelecek olursak... Geçen hafta bir anda gaza gelip -iyi bir indirim de yakalayınca almaktan sürekli çekindiğim Assassin’s Creed Unity’i almış bulundum. İlk bir haftanın sonunda da oyundan öyle bir soğudum ki Ubisoft’a ettiğim küfürlerden sonra orada kulağı çınlamayan tek bir çalışan kalmamıştır herhalde. Siz siz olun, hala tuzağına düşmediyseniz Assassin’s Creed Unity’i aklınızdan çıkarın. Öyle bir oyun yok, YOK!
Neyse, biz konumuza dönelim... Assassin’s Creed serisine paralel, başka bir seri daha yumurtladı Ubisoft, hatırlarsınız. Assassin’s Creed Chronicles adı verilen bu seri, 2.5D formatında (İllaki bir artistlik uydurmak zorundalarmış gibi...) bir platform oyunu olarak karşımıza çıktı. Bir üçleme olarak planlanan serinin ilk oyunu olan ACC: China’nın yakaladığı başarı, serinin diğer oyunları için de umut ışığı olmuştu. Ama Ubisoft rahat durur mu? Elindeki sağlam temeli bozmadan edebilir mi? Hayır!
Chronicles serisine ait yeni oyunumuz, ACC: India. Adından da anlaşılacağı gibi oyunumuz Hindistan’da geçiyor. Hatta şöyle bir detay daha verelim, Hindistan’ın sömürge olduğu zamanda geçiyor. Kahramanımızın adı Abraaz Mir. (Nasıl okunur, hiçbir fikrim yok.) Assassin’s Creed oyunlarında görmeye alışık olduğumuz o tarih dersi kıvamındaki ağır hikaye, burada yerini daha yüzeysel bir hikayeye bırakıyor. Yine Animus Database’indeki detaylara gömülüp ömrünüzü kısaltabilirsiniz tabii ki ama Abraaz Mir’in aşk hayatı ve tesadüfen içine düştüğü tehlikeli yolculuk arasındaki gidiş gelişlerle muhattap olacaksınız genel olarak.
Oynanışa bakacak olursak... İlk oyunun, YaniACC: China’nın oynanış sistemi aynen korunmuş ve onun üzerine yeni birkaç şey daha eklenmiş. Oyunun “gizlilik” tarafı ana mekanik haline gelmiş durumda. Hatta öyle bir hal almış ki dövüş sistemi iyice geri planda bırakılmış desem yeridir. Kısacası, oyun sizi gizli saklı ilerlemeniz için neredeyse zorluyor, sürüklüyor... Bazen durum öyle bir hal alıyor ki dövüşmek zorunda kaldığınız zaman birkaç saniye içerisinde nalları dikiyorsunuz. Hani bir kişi önünüzde, diğeri arkanızda sizi deşmeye hazırken, bir üçüncüsü de uzaktan silahını size doğrultmuş diye düşünün. Bütün saldırılardan kaçma ve karşınıza çıkan herkesi öldürme şansınız da var ama bunun için haddinden fazla sağlam reflekslere sahip olmanız lazım. Ubisoft’un sağlam temeli bozma konusundaki ustalığına değinmiştim az önce ya... O olay bu oyunda da geçerli maalesef. İlk oyunun oturaklı tarafı, bu oyunda maalesef yok. Ubisoft yine herşeyi bir araya atıp bulamaç haline getirmeyi başarmış. Gizlilik olayı iyice abartılmış ve “dene – yanıl – öl – baştan başla – bir daha öl – derin bir nefes al – baştan başla – yine öl” formatına çekilmiş. Bazen hakikaten sabrımın sınandığını hissettim ve oyunu kapatmamak için kendimi zor tuttum. Hoş, o sabır bir yerde tükendi yine de ama oyunun ana fikrini yakalayacak kadar başında durabildim neyse ki. Bu arada, ilk oyunun kaçış sahneleri bu oyunda da var ve yine lezzetli bir kıvamda sunuluyor önümüze. Zaten giderek azalan hevesinizi bir nebze de olsa yükseltecek sahneler sadece bunlar olacaktır, eminim.
ACC: India’nın görsel tarafı, ilk oyundaki gibi yine muazzam. Zaten Ubisoft’un elleri öpülesi bir tarafı var, o da “Sanat” tarafı... Rengarenk Hindistan sokaklarında, çatılarında, bacalarında gezerken etrafı seyretmekten kendinizi alamıyorsunuz. Her detay, bir nevi yağlı boya tablosu gibi. Müzikler ve sesler de yine ilk oyundaki kadar başarılı. Karakter animasyonlarına da da diyecek hiçbir şey yok... Yani tüm bu detaylar birleşince, atmosfer bakımından ayağı yere basan bir oyun olarak karşımızda duruyor ACC: India.
Yavaş yavaş sona doğru yaklaşırken ve oyunun genelini şöyle bir aklımdan geçirdiğim zaman, çok da üzerinde durulacak bir oyun göremiyorum maalesef. Zevk açısından çok başarılı bir performans sergileyemiyor ACC: India. İşin aslı, ilk oyunu birkaç adım öteye taşımaya çalışırken, aksine geriye doğru düşürmüş Ubisoft. Daha önce de söylediğim gibi, yıllanmış tecrübelerimize dayanarak söyleyebilirim ki bu konuda çok başarılı bir firma. İlk oyunu beğendiyseniz ve kaldığınız yerden devam etmek istiyorsanız, bir deneyin derim. Bu seriye hiç bulaşmadıysanız, ilk oyunu oynayın, bu oyuna pek bulaşmayın zira hayal kırıklığı yaşarsınız. Bu arada, ne zaman piyasaya çıkar bilemiyorum ama serinin üçüncüsü olacak bir oyun daha var ufukta: ACC: Russia. Eğer o oyun da bunun gibi olursa... Neyse, atıp tutmanın alemi yok şimdi. Görüşmek üzere!