Kayıt olmanız sitemizde tam bir katılımcı olmanızı sağlayacaktır. Sitemizedeki beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, mesajlaşma sistemini kullanabilir ve daha fazlasını yapabilirsiniz.
Açıkçası nereden çıktığını bilmiyorum bu oyunun; bir anda karşımda buluverdim üç yıl kadar önce. Eminim ki ilk oyun piyasaya çıktığında da çoğu insan bilmiyordu böyle bir efsanenin doğacağını. Neredeyse hiç reklamı olmayan oyun, kulaktan kulağa dolaştı ve şimdiki halini aldı. Artık Mount & Blade dendiği zaman herkes RPG türünün ne kadar da farklı bir şekilde kullanılabileceğini bir kez daha anlar oldu.
Farklı oyun Mount & Blade: With Fire and Sword (WFS), serinin üçüncü oyunu. Oyuna ilk olarak temelden girmek istiyorum. Henryk Sienkiewicz’in yazdığı eserden direkt olarak oyuna uyarlanmış, kocaman bir senaryosu var WFS’nin. Hal böyle olunca önceki oyunlara göre takvimden birkaç yaprak daha koparmamız gerekiyor; artık 17. Yüzyıl Avrupası’ndayız. Oyunun genelinde karşımıza çıkan beş farklı ırk var: Kazak Hetmanlığı, Osmanlı’nın kontrolünde bulunan Kırım, Rusya, İsveç ve de cumhuriyet rejimine çoktan kavuşmuş olan Polonya. Bu kadar ırk arasında kendimize bir yer bulmak epey zor ama oyunu tadından yenmez hale getiren de bu karışık durum aslına bakarsanız.
Yenilikler Seriyi daha önce oynamamış insanlar için bir - iki cümleyle başlamak istiyorum. Eğer farklı bir oyun yapısı ve içerisinde bolca RPG bulunsun istiyorsanız, M&B serisi gibisini bulmak baya zor. Oyuna girdiğimiz anda çok detaylı bir karakter yaratma menüsüyle karşılaşıyoruz. Burada karakterimizin temel özelliklerini dağıttıktan sonra, 24 farklı yeteneğin bulunduğu “skill” tablosuna geçiyoruz. Tablomuzdaysa yok, yok... WFS’nin her yerine hükmeden ve fazlasıyla önem arz eden bütün yeteneklere buradan ulaşabiliyor, karakterimizi o doğrultuda geliştirebiliyoruz. Ayrıca bir diğer kenarda duran “Proficiencies” kısmında da hangi cins silahlarda ustalaşacağımızı belirleyebiliyoruz.
Önceki oyunlara göre birçok değişim var WFS’de. Bunlardan ilki, detaylandırılmış konuşma diyalogları. Konuşmalarımız artık oyundaki RPG yönünün bir kademe daha artmasına sebep olmuş. Bu sayede aldığımız bir görev içerisinden, sadece bir diğer NPC’yle konuşarak onlarca farklı görev çıkarabiliyoruz. Yani anlayacağınız, oyuncunun merakı ve oynayış tarzına göre şekillenen bir görev sistemi üretmiş yapımcılar. Diğer oyunlarda şehir ve kale ele geçirmek tam bir işkenceyken, artık bu işlem çok daha kolay hale getirilmiş. Aslında “kolay” kelimesi tam karşılığı değil durumun ama en azından kale savaşlarında böyle bir iç çekme yaşamayacaksınız. Misal; artık kale kapısındaki gardiyanı kandırıp Truva misali kendisine kapıyı açtırabiliyoruz. Şehri ele geçirdik diyelim; eski oyunlarda bu şehirlerden asker üretmek çok büyük bir sorundu. Aslında bu durum tam olarak ortadan kalmış değil ve yine kurduğumuz binalardan asker üretebiliyor, halkı yetiştirebiliyoruz. Fakat WFS ile gelen “Mercenery Camp”, yani kiralık asker kampları sayesinde paramız olduğu sürece istediğimiz anda resmen bir ordu kurabiliyoruz; hatta bu kamplardan askerlerimizin giyim – kuşamlarını bile değiştirebiliyoruz.
WFS ile eklenen “Custom Battle” ile dilediğimiz gibi savaş ortamlarına akabiliyor, büyük ordular eşliğinde savaşabiliyoruz. Yine de bu durum multiplayer özelliklerinin yanında havada kalıyor diyebilirim; çünkü toplam 14 farklı harita da multiplayer zevkini yaşamamıza olanak sağlayan WFS, sekiz farklı oyun moduyla da beni benden almayı başardı. Askerlerimizi uzaktan da yönetmemize imkan tanınan oyun sayesinde multiplayer oyunlar bambaşka bir boyut kazanmış durumda. Dönem birkaç yüzyıl ileriye atınca malum silahlarda da bir değişim oluyor. Zaten WFS ile en çok adı geçen yenilik, barutlu silah olmuştu. Açıkçası barutlu silahlar çok güzel tasarlanmış. Özellikle tekrardan doldurmasının saatler alışı ve tek mermi de herkesi öldürebilmek, tam da dönemi yansıtmayı başarmış.
Kalanlar Seriye dikkatli bir şekilde baktığımızda, her oyunun bir öncekinin yenilenmiş hali olduğunu görmek hiç de zor değil bence. Bu yenilik sillesi daha ne kadar devam eder, bilmiyorum ama bir sonraki oyunda kesinlikle değişmesi gereken bazı noktalar var. Bunlardan ilki, her ne olursa olsun grafik motoru. Warband’deki grafik motorunun aynısı kullanan WFS, bu görüntü kalitesiyle çok yol kat edemez. Ben de grafik hastası değilimdir ama yeni bir oyunda bu kadar eski grafikleri görmek de istemiyorum. Fizik modellemeleri yine eski kalmış, düşmansa hala önceki oyunlardaki tavırlarını sergiliyor. Şöyle ki silahıyla size ateş eden düşmanın koşarak yanına gidin, yakın mesafeye geldiğinizde üzerinize doğru koşmaya başlayacak. Siz de geriye doğru koşarken, bir yandan da silahınızı doldurun ki yakın mesafeden ıskalamanız imkansız; yani inanılmaz bir yapay zeka beklemeyin. Ben bu şekilde en son sekiz kişiyi yok ettim. Bilmem anlatabildim mi...
Şehirlere girdiğinizde ise etrafınıza iyi bakın; bir boşluk göreceksiniz. Neden hala şehirler bomboş? Ya da köylerde neden sadece beş tane NPC var? Açıkçası gittiğim yerin yaşadığını hissetmeyi severim ve oyun boyunca savaş alanları hariç boş bir oyun görmek, WFS’i test ettiğim dönemlerde beni fazlasıyla sıktı. Benim garipsediğim bir diğer noktaysa barutlu silahların ve RPG konseptinin bence tamamen kilitlendiği yer oldu. Normalde barutlu bir silahla tek seferde öldüremediğim neredeyse kimse yokken bana ateş edildiğinde en az üç mermi, eğer seviyem ilerlemişse beş ve hatta altı mermi ile ölüyorum. İşte bu ve bunun gibi teknik hatalar benim gözüme fazlasıyla batıyor ne yazık ki...
Sonraki WFS çok da güzel bir oyun aslında ama eksikleri artık fazlasıyla göze batıyor. Oyun 2008 yılında piyasaya çıktığında çok daha farklı bir konumdaydı; çünkü o günün oyun pazarı için çok değişik bir tarzı vardı. Nitekim aradan geçen üç yıldan fazla sürede oyun pazarı çok daha yeni ve farklı fikirler üretirken, M&B’in bazı noktalarının yerinde sayması beni üzdü. Ben yine de oyunu çok beğendim ve deliler gibi de oynadım ama bazı gerçekler de yadsınamaz..