Karanlık koridorlar, bir el feneri ve sadece ayak sesleri... Bu öyküyü kaç kez dinlediniz? İnsanı korkutacak başka bir şey yok mu şu evrende? Evrenin sonsuzluğu ve bunun içerisinde ne kadar önemsiz kaldığımız, karanlık kavramı ve hayallerimizin ürünü imgelerden daha korkunç bana sorarsanız.
Yıllar önce böyle değildi tabii ki. Bilinmeyenle tanışmak, bilinmeyenden korkmak ve bilinmeyen, bilinen haline geldiğinde daha da korkunç olduğunu keşfetmek güzel anılardı.
Hatırlarım da Alien televizyonlarda ilk defa gösterildiğinde ne kadar da etkilenmiştim. Alien beni korkutmuştu ama Aliens 2’de tam anlamıyla yerimde hoplayıp durmuştum. Aliens 3’ü sorsanız, şu an hatırlamıyorum ama H.R. Giger’ın muhteşem tasarımı Xeno’lar, küçüklüğümden beri benimle birliktedir.
Aliens lisansı Predator ile buluşup önemsiz bir konu haline geldikten sonra “Prometheus” adlı filmle Aliens mevzusu tekrar gündeme geldi ama büyükçe bir grup insanın filmi pek beğenmemesi, Aliens’ın yeniden liste başına oturmasını engelledi. Tüm bunlar olurken SEGA da 20th Century Fox’tan aldığı Aliens lisansıyla bir oyun geliştirmeye çalışıyor ve sürekli tökezliyordu. İşi Borderlands’le ünlenen Gearbox Software devraldıktan sonra her şeyin güllük gülistanlık olacağını düşünüyorduk ki altı yıl kadar geçtiğini fark ettik ve bu kadar sürenin oyuna yaramayacağını düşündük, düşüncelerimizde de maalesef haklı çıktık. Aliens: Colonial Marines, Aliens gibi gözüken ama o hissiyatı veremeyen, yıllar önce duyduğumuz o korkuyu bize yaşatamayan “bir başka FPS” olmuştu maalesef. Üzüldük, üzülmenin oyunun istediğimiz kıvama gelmesini sağlamayacağını bilmeden üzülmeye devam ettik...
Bir Alien gördüm sanki...
Doom 3’ü hatırladım oyuna adım atar atmaz. Neredeyse aynı ortamlar, aynı renk paleti, aynı keskin hatlar... Bir de tam bu oyunu oynadığım sıralarda Dead Space 3’ü oynuyorum ya, istemeden karşılaştırma yapıyorum. Dead Space 3’ün kaliteli kaplamalarıyla, Colonial Marines’in başındaki o düz ve keskin hatları karşı karşıya getirdim ve mutsuz oldum. Fakat mekânlara Alien dokuları karışınca keyfim yerine gelmedi değil.
Şu bir gerçek ki Aliens kavramı her anlamda “önceden tasarlanmış sinematik görüntüler”e son derece müsait. Dolayısıyla insan oyun boyunca bu tip anların olmasını bekliyor da bekliyor ama SEGA ve Gearbox Software, bunun olmasını istememiş, oyunu düz bir FPS yapmaya karar vermiş, iyi halt etmiş. (Sinirlendim.)
Aliens’ın olayı nedir, lütfen bir hatırlayalım. Sürekli diken üstünde durmamış mıydık filmi izlerken? “Yaratıklar nereden çıkacak, ne zaman çıkacak, insanlar yaratıklara karşı ne kadar aciz, cephaneni dikkatli harcasana oğlum lan!” deyip durmadık mı? Aliens’ın olayı bu değil miydi? Bu sayfalardaki bir kutuda da gördüğünüz üzere, oyunun en büyük olayı olan Alien’lar veya diğer adlarıyla Xeno’lar, tehlikeli olmalıydı ama alıp beslemek isteyeceğiniz kadar sersem yaratıklar olarak karşımıza çıktılar.
Şimdi bildiğiniz üzere, oyunda ilk filmin sonundan devam ediyoruz. LV-426’da olan olayların üzerinden 17 hafta geçmiştir ve yeni bir birlik Sulaco gemisinde ve Hadley’s Hope’ta neler olduğunu araştırmak için sefere çıkmıştır. Biz de bu ekipteki askerlerden bir tanesinin rolünü alıyor ve -sözde- büyük bir maceranın içine düşüyoruz.
Aslına bakarsanız, oyunun başlangıcı fena değil. Daha ilk saniyeden Alien’larla karşılaşmıyoruz örneğin. Hatta önümüzde, arkamızda neler olduğunu bize bildiren bir radara sahip oluyoruz ve bunun sayesinde bir düşmanın hareket ettiğine şahit oluyoruz; biliyoruz ki kendisi bir Xeno’dan başkası değil... Radarda içi dolu mavi noktalar, düşman olma olasılığı bulunan canlıları işaret ediyor. İçi boş geometrik şekiller dostlarımızı ve kırmızı renkte yanıp sönenler de ayvayı yediğimizi belirtiyor. Peki, bu radarı kullanıyor muyuz? Hayır. Nedenini anlatayım...
Herhangi bir zaman, bir radarı kullanmamızın iki nedeni olabilir: Önemli cisimleri bulmak veya dostumuzu, düşmanımızı görmek. Bu oyunda eşya bulma gibi bir durum yok. Dost deseniz her zaman yanınızda, düşman deseniz, aynı şekilde. Normal şartlar altında Alien’ların gizlenmesi, bir yerlerde sinsice beklemesi gerekir. Biz orada 10 tane kurşunumuz ve radarımızla, el fenerimizi açıp ilerlemeliyiz ki o radar bir Alien’ın yerini gösterdiğinde heyecanlanalım, “Ya ilkinden sonra bir başkası da gelirse?!” diye düşünüp endişelenelim. Burada, yani “Colonial Marines” adlı yapımda böyle bir durum kesinlikle söz konusu değil. Alien’lar her zaman ama her zaman nerede olduklarını hemen belli ediyor çünkü sizi gördükleri an üstünüze koşarak geliyor. Siz de sabırla bekleyip yeterli mesafeye geldiklerinde pompalı tüfeği üstlerine ateşliyorsunuz. Asit mi? Yakmıyor neredeyse...
İşte oyunun en büyük ve en önemli eksiği: Bu oyunda hiçbir zaman Alien’lar sizden güçlü değil. Beş tanesi birden mi geliyor? Peki, sizde kaç tane silah var, hiç baktınız mı? Assault Rifle da yanınızda, Pulse Rifle da, Battle Rifle da... Şöyle biraz silkelenin, iki farklı çeşit pompalı tüfek de düşecektir üstünüzden. Aynı anda iki farklı tüfek, bir bomba ve bir tane de tabanca arasında geçiş yapmanıza izin veriliyor lakin tüm silahlar, her zaman yanınızdaymış gibi bir durum da söz konusu. Bu da sizi yürüyen bir tarete dönüştürüyor; aynen Borderlands 2’deki Commando sınıfı gibi...
Kapıyı aç, kapıyı kapat
Alien’ların müthiş güçsüz olmasına bir katkı da Gearbox Software’ın harita ekibinden geliyor. Ben olsam bu oyunda “A” ve “B” noktaları arasındaki bölgeyi birçok farklı patikadan oluştururdum. Bazıları daha karmaşık ama daha az tehlikeli, bazıları dümdüz ama Alien’ların ulaşımına son derece müsait... Ne var ki böyle bir durum söz konusu olmadığı gibi, genellikle sadece tek bir noktadan hedefimize ulaşmamız sağlanmış. Eh, böyle olunca da bir Alien’ın nereden çıkacağını o kadar kolay tahmin ediyoruz ki daha o bulunduğu yerden çıkmadan, namlumuzu oraya döndürmüş oluyoruz.
Oyundaki tek düşmanımız Alien’lar da değil üstelik. Bizden hiç hoşlanmayan Weyland-Yutani askerleri de bizi yolumuzdan alıkoymak için her şeyi yapıyorlar. Alien’ların IQ’su 10 ise Weyland-Yutani askerlerininkiler de en fazla 12 bana sorarsanız. Siper alma konusunda çok başarılı olsalar da siz siper aldığınızda nedense yanınıza gelmek için can atıyorlar ve bu sırada da açık verip kurşunlarınızın hedefi oluyorlar. Bazen Alien’larla savaşırken görüyoruz onları ve tek bombayla hepsinin işini aynı anda bitiriyoruz.
Oyunun müthiş çizgiselliğini kırmak adına yapılan birkaç çaba da yok değil. Alakasız yerlerde duran panelleri kullanmaya çalışmak, bir kargo robotuna binip Alien’larla dövüşmek, silahsız kalıp Alien’larla dolu bir kanalizasyonda gizli gizli ilerlemeye çalışmak... Bunlar beyhude çabalar çünkü çoğu, oyunun atmosferini maalesef değiştiremiyor.
Çevreyi araştırmamız için geliştirilen çabalar arasında cephaneler, zırhlar, tecrübe puanı sağlayan Audio Log’lar veya künyeler bulunuyor. Bunlar mavi mavi parlayarak yerini hemen gösteriyor ama bazılarının iyi gizlendiğini de itiraf edeyim. (Birkaç bölümü künyelerin hiçbirini bulamadan bitirdim, sonra geri dönmeye de çok üşendim.)
Saat üç yönünde!
Son derece absürt bir şekilde sonlanan senaryoyu bir kenara bıraktıktan sonra oyunu dört kişi, bir kez de anlaşmalı olarak oynayıp oynamak istemediğinize bakıyorsunuz. Senaryoyu dört kişi oynamak bazı noktalarda Alien’ların farklı yerlerden çıkmasına neden oluyor ama ötesi de söz konusu değil.
Karşılaşmalı multiplayer mücadelesindeyse dört farklı oyun modu bizi karşılıyor: Team Deathmatch, Extermination, Survivor ve Escape.
En eğlenceli olan Escape ile başlayalım. Bu aslında Left 4 Dead’de gördüğümüz, yaşadığımız ve son derece eğlendiğimiz modun birebir aynısı: Askerler kaçmaya çalışırken Xeno’lar kovalıyor. Askerler kaçarken kapıları açıyor, kapatarak Alien oyuncuların girmesini engellemeye çalışıyor, yan yana durarak av olmamak için direniyor ve bu sırada haritanın diğer ucuna gidip geminin gelip onları almasını sağlamaya çalışıyorlar. Bu modda Alien olmak gerçekten zor iş. Hele ki işini bilen oyunculara karşı Alien’ların şansı pek az.
Survivor’da da benzer bir durum söz konusu. Askerler belirli noktalarda, belirli bir süre durmak ve Alien saldırısına karşı dayanmak zorunda. Bu sırada da Alien’ların yeniden canlanma süresi kısalıyor ve askerlere karşı daha büyük bir tehlike oluşturmaya başlıyor. Askerlerin taretler kurmaları ve daha iyi silahlar bulmaları da olası.
Askerlerin Alien yumurtalarını bulup yok etmeye çalıştıkları ve Alien’ların buna engel olmaya uğraştığı modun adıysa Extermination. Burada askerlerin bombaları aktive etmek için nereye gidecekleri belli olduğu ve bunu yapmak için ekip olarak pek hareket edemedikleri için Alien’ların başarı şansı daha yüksek oluyor.
Alien’ların seçebileceği üç farklı sınıf bulunuyor. Lurker, askerlerin üzerine atlayıp onları parçalamaya başlıyor, Spitter, uzaktan asit saldırıları yapıyor ve Soldier, sıradan bir Xeno gibi davranarak kurşunlara karşı dayanıklılığıyla diğer sınıfların işini kolaylaştırıyor. Şahsen en çok Lurker’ın iş yaptığını düşünüyorum; Soldier olmak hiç de eğlenceli gelmedi. Alien’ların tümü duvarların arkasını görebiliyor ve duvar, tavan dinlemeden tırmanıyor. Askerlerse Smart Gun gibi atış oranı inanılmaz yüksek ve hedefe kilitlenebilen silahlara sahip olabiliyor, radarla yerinizi görebiliyorlar. Askerlerin radarları bir yere kadar işe yarıyor zira kaç oyuncunun tepesinde bir Alien olarak durdum da orada olduğumu bir türlü anlayamadılar... Alien’ların en büyük eksiğiyse dayanıksızlıkları. Bir askeri gafil avlamadığınız sürece, bodoslama saldırılarla yenmeniz çok zor. Sırt sırta vermiş bir asker grubuna saldırmak içinse özel Alien’ların ortaya çıkmasını beklemek gerekiyor. Bunlardan bir tanesi tank gibi bir görünüme sahip olan bir Alien. Aynı Left 4 Dead’deki o dayanıklı zombi gibi davranıyor ve bir ekibi dağıtmak için ondan daha iyisini bulamıyorsunuz. Bu da oyundaki çok önemli bir Alien eksiğini ortaya çıkarıyor. Şayet ki sırt sırta vermiş bir ekipten bir kişiyi alıp götürebilecek bir Alien sınıfı olsaydı, askerlerin işi çok daha zor olurdu. Şu halde tek umudunuz, karşınızdaki oyuncuların ortaklaşa oynamayı bilmemeleri ve yalnız başlarına kalmayı alışkanlık haline getirmeleri.
Colonial Marines 2?
Bu oyunun altı yıl içinde çıkabildiğini göz önünde bulundurursak ve oyunun başarılı olmadığını da söylersek, ikinci bir oyunun hiçbir zaman çıkmayacağını da varsayabiliriz aslında. Maalesef Colonial Marines inanılmaz sıradan bir oyun olmuş ve oyunu beş - altı saatte tamamladıktan sonra geri dönmemeniz de çok büyük bir olasılık. Üstelik bu kısa oyun süresinde oyundan hiçbir zevk almamanız da mümkün. Multiplayer bir yere kadar oyalıyor fakat onun da uzun ömürlü olduğunu söyleyemem. Size bu oyundan uzak durmanızı öneriyor ve serinin ilk üç filmini bir kez daha izleyip oyunun izlerinden arınmanızı tavsiye ediyorum.