Kayıt olmanız sitemizde tam bir katılımcı olmanızı sağlayacaktır. Sitemizedeki beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, mesajlaşma sistemini kullanabilir ve daha fazlasını yapabilirsiniz.
Carl Sagan’ın bir sözü vardır: “Eğer tüm evrende yaşam sadece Dünya’da mevcutsa, ciddi bir yer israfı söz konusudur.” İlk duyduğum andan itibaren aklıma takılıp kalmıştır bu söz. İnsani kalıplardan bakacak olursak, sonuna kadar da haklı bir söz. Evet, eğer gerçekten böyleyse, ciddi bir yer israfı söz konusu olsa gerek. Sınırları çizilemeyen, bir yerden sonrası sadece tahminlere, teorilere dayanan bir evrenden, sonsuzluktan bahsediyoruz ne de olsa. Ve bu muazzam yapının içerisinde, bir kum tanesi bile olamayacak kadar küçük boyutlara inen dünya, biz insanların tek yaşanabilir yuvası haline geliyor.
İşte tam bu noktada, dünya dışına çıktığımız gelecek senaryoları devreye giriyor. Ve fark ettiniz mi bilmiyorum, bu senaryoların hiçbiri iyimser değil. (Bildiğim tek iyimser örnek Arrival senaryosudur ki o da iç güveysinden hallicedir.) Uzaylılar hep kötü, hepsi bizi kıskanıyor, yuvamızı ele geçirmeye çalışıyor. Hatta bazıları durup dururken, sırf iş olsun diye aramızdan birilerini kaçırıyor, sonra niyeyse salıveriyor. Görünüp görünüp kaybolanlar mı dersin, bizi besin maddesi olarak kullanmak isteyenler mi dersin… Bana sorarsanız, başlarına bela almamak için bulaşmıyorlar bize. İlk bakışta bile ne mal olduğumuz beli olduğu için, kendi kendimizi yok etmeye meyilli olduğumuz için, kısacası potansiyel bir tehlike olduğumuz için…
İnsanoğlu açgözlüdür… Yine böyle bir senaryoyla karşı karşıyayız arkadaşlar. Prey, bize yine ketum bir gelecek senaryosu sunuyor. Yine kötü niyetli uzaylılar, yine bize kafayı takmış uzaylılar var işin içinde ve yine başımız belada. O zaman, hikayemize şöyle bir göz atalım isterseniz.
1963 yılında, Amerika Birleşik Devletleri başkanı John F. Kennedy’nin bir suikaste kurban gittiğini ve hayatını kaybettiğini biliyorsunuzdur. Prey’in hikayesinin geçtiği zaman dilimine göre Kennedy, bu suikast sonucunda ölmüyor, hayatta kalıyor ve ilerleyen süreçte uzay bilimine büyük yatırımlar yapıyor. Bu araştırmaların temeli olan “Acaba evrende yalnız mıyız?” sorusunun cevabı, 20. Yüzyılda ortaya çıkıyor. İnsanların çalışmalarını bir şekilde öğrenen Typhon adlı bir uzaylı ırkı Dünya gezegenine saldırıyor.
Böylece güçlerini birleştiren Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği, Typhon’ın saldırılarına karşı Dünya gezegenini korumak için Kletka adlı bir uzay istasyonu kuruyor ve Typhon ırkını da etkisiz hale getirerek bu istasyona hapsediyorlar. Ay’nın yörüngesine yerleştirilen Kletka’nın tüm yetkileri, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin eline geçiriyor. Böylece gelişmiş teknolojileri üretmek için başlatılan Axiom Projesi, 1980’de yaşanan Pobeg Kazası adıyla anılan bir felaketle sonuçlanıyor. Bu felaketten uzun yıllar sonra, 2025 yılında, TranStar adlı bir şirket, Kletka’yı satın alarak adını Talos I olarak değiştiriyor. Typhon ırkı üzerinde yapılan çalışmalar sonucu Neuromod adlı bir teknoloji keşfediliyor. Bu teknoloji, insan ırkı ve Typhon ırkının DNA’larını birleştirerek olağanüstü güçlere ortam yaratıyor ve bu güç, tabii ki insanoğlunun en büyük zaafına, yani açgözlülüğüne kurban giderek para karşılığı insanlara satılıyor. Ve bizim hikayemiz, 2032 yılında, sıradan bir test için Talos I’e gönderilen Morgan Yu’nun işindeki ilk günüyle başlıyor.
Typhon’a karşı tek başına… Prey, yapımcılığını Arkane Studios’un üstlendiği bir oyun ki bu firmayı muhtemelen Dishonored serisiyle tanırsınız. Dağıtımcılık görevini de Bethesda üstlenmiş ve sanırım buraya örnek olarak herhangi bir oyun yazmam gerekmiyordur. Prey, bu iki firmanın ortak bir ürünü olarak enteresan bir sentez şeklinde göründü bana ilk etapta. Görsel yanı, mekanikleri ve içyapısı itibariyle biraz Doom, az biraz Half-Life, bir o kadar Bioshock ve fazlasıyla Dishonored karışımı bir oyun gördüm karşımda. Ve hatta ünlü Bethesda oyunlarından esinlenmiş tarafları da var. İlk etapta oldukça basit gibi görünen oyun mekanikleri, ilerleyen aşamalarda öyle bir detaylanıyor ki neyi ne için yaptığınızı karıştırır hale geliyorsunuz. Tabii yeterince dikkatli değilseniz…
Prey’in FPS görüş açısıyla oynanan bir RPG olduğunu söyleyebilirim. İlk adımda bir karakter seçiyorsunuz ki burası oldukça yüzeysel. Karakterinizin kadın mı yoksa erkek mi olacağına karar vermeniz yeterli. (Bir dakika… Kadın karakter seçince de adım Morgan mı olacaktı? Ya da Morgan unisex bir isim midir? Bilemedim…) Oyunun daha ilk adımlarında, hikayenin en enteresan kısmı yüzünüze çarpıyor. Biraz spoiler olacak ama bunu söylemek zorundayım, öz kardeşiniz Alex Yu’nun ihanetiyle karşılaşıyorsunuz ve koskoca Typhon ırkına karşı tek başınıza kalıyorsunuz ortada. Bulunduğunuz ortamın sadece bir illüzyon olduğunun ortaya çıkması da cabası… Size eşlik eden tek bir kişi var, o da kimliği sonradan ortaya çıkacak olan January adlı bir karakter. Onun yönlendirmeleri doğrultusunda yolunuzda ilerliyorsunuz ve böylece hikayenin en derin detaylarına doğru yol alıyorsunuz. Daha önce de altını çizdiğim gibi, RPG tarafı ağır basan bir FPS oyunu Prey. Her RPG oyununda olduğu gibi bir envanter çantanız ve bir yetenek ağacınız var. Bu durumda sizden karşınıza çıkan işe yarar şeyleri toplamanız ve bunları fonksiyonel olarak kullanmanız bekleniyor. Tabii bir yandan bunları yaparken, bir yandan da Typhon yaratıklarına karşı kendinizi savunmanız lazım. Hikayenin girizgah kısmı bittiğinde ve asıl mevzu başladığında, elinizde bir İngiliz anahtarıyla kalakalıyorsunuz. İlerleyen aşamalarda ise silah çeşitliliği kendini aşıyor resmen. Bir pompalı tüfek, sıradan bir tabanca derken başka bir yerde göremeyeceğiniz envai çeşit silahla doluyor çantanız. Bu silahların en ilginci de Gloo Cannon adlı bir şey. Bu silah bir nevi dondurucu köpük sıkıyor ve çok fonksiyonlu olarak kullanılabiliyor. Typhon yaratıklarını bu silahla önce dondurup, ağızlarına burunlarına İngiliz anahtarıyla dalmanız mümkün mesela. Yolunuza çıkan bir ateş veya elektrik tuzağını da yine bu silahla alt edebilirsiniz. Hatta normal yollarla çıkamadığınız yerlere çıkmak için de yine bu silahı kullanabilirsiniz. Kısacası, Half Life’ın Gravity Gun’ından esinlenen ama kendi mantık çerçevesinde olağanüstü işler gören bir silah Gloo Cannon.
Neyin peşindeyim ben! Talos I, oldukça geniş bir istasyon. Genel olarak her yere ana salondan ulaşabiliyorsunuz ama bir ucundan girdiğiniz zaman diğer ucundan çıkmanız bir hayli vakit alabiliyor. Tabii bu esnada karşınıza çıkan Typhon yaratıkları da sizi hiç yalnız bırakmıyorlar sağ olsunlar. Çeşit bakımından biraz sıkıntılılar aslında bu yaratıklar. Mesela Mimic adını taşıyan örümcek şeklindeki yaratıklarla çok karşılaşacaksınız. Bunlar etrafınızdaki herhangi bir nesnenin kılığına girerek aniden karşınıza çıkabiliyorlar. Bu da bir anlığına yerinizden sıçramanıza yol açabiliyor haliyle. Yeri gelmişken, Prey’e korku oyunu gözüyle bakanlar için birkaç söz söylemek istiyorum. Doom’dan esinlenen tarafları olsa da kesinlikle bir korku oyunu değil Prey. İnsanı geren tarafları var ama bir yerden sonra bu gerginlik geri planda kalıyor. Genel olarak bir gerilim atmosferi vermeye çalışmışlar -ki bu noktada müzikler ve sesler de çok başarılı- ama yok, öyle inanılmaz bir gerilim atmosferi falan beklemeyin.
Bir diğer sıkça karşılaşacağınız Typhon türü de Phantom’lar. Bu devleri öldürmek hiç kolay değil, bilesiniz. Hatta Gloo Cannon’u kullanmak şart diyebilirim. Aksi takdirde büyük acılar çekebilirsiniz, demedi demeyin. Hatta sayıca fazla oldukları noktalarda hiçbirine bulaşmadan alternatif yolları keşfetmeniz şiddetle tavsiye olunur. Alternatif yollar demişken, oyunun Dishonored’dan esinlendiği özelliklerden biri de bu. Düşmanlarınızla kapışmak istemiyorsanız, onlara görünmeden gizlice geçebilirsiniz veya daha güvenli alternatif yolları keşfedebilirsiniz. Tabii bazı alternatif yolların önünü tıkayan nesneleri hareket ettirebilmeniz için de o ağırlığı kaldırabilecek yeteneğe sahip olmanız gerekiyor. O zaman neymiş, kendini geliştirme detaylarını da biraz didiklememiz gerekiyormuş. (Konu konuyu açıyor diye buna diyorlar.)
Yine açıldıkça genişleyen bir kendini geliştirme sistemi var Prey’in. Üzerinizdeki zırhı, elinizdeki silahları ve yeteneklerinizi sürekli geliştirmek zorundasınız. Başlangıçta insani özelliklerin gelişmesine olanak tanıyan yetenek ağacı, ilerde Typhon ırkının yeteneklerine de sahip olacağınız şekilde genişliyor. Tabii bunun için karşınıza çıkan Neuromod’ları toplamanız gerekiyor. Aslında karşınıza çıkan hemen hemen her şeyi toplamak zorunda kalıyorsunuz ki topladığınız çar çöpleri bile bir çeşit geri dönüşüm makinesinde kullanışlı materyaller haline getirebiliyorsunuz. Loot sevenlerin bayram edeceği bir oyun yani Prey.
Sona doğru… Prey’in detayları ortaya çıktıkça biraz dağınık bir oyun olduğuna karar verdim. Yani bolca detay serpiştirilmiş içeri ama bunları bir arada tutmak açısından biraz zorlanmış gibiler sanki. Gerek haritası, gerek inventory sistemi, gerek silahları ve upgrade sistemi ve hatta yetenek ağacı bile ne düşünüldüyse olduğu gibi içeri tıkıştırılmış gibi duruyor. Yanlış anlaşılmasın, her detayın kendine göre ayrı bir güzelliği var, her biri oldukça yenilik içeriyor ama bir tarafına odaklansanız, diğer tarafını kaçırıyorsunuz. Yine de genel kapsamda başarılı bir oyun olduğunu söyleyebilirim. Hafif gerilim, çokça bilim kurgu, ağırlığınca RPG öğeleri ve sağlam dikkat isteyen oyunlardan hoşlanıyorsanız, Prey size hitap edecektir. Benden şimdilik bu kadar, iyi eğlenceler!