Kayıt olmanız sitemizde tam bir katılımcı olmanızı sağlayacaktır. Sitemizedeki beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, mesajlaşma sistemini kullanabilir ve daha fazlasını yapabilirsiniz.
Çoğunuz Six Feet Under’ı izlemiş ve sevmişsinizdir diye tahmin ediyorum. Kendi adıma, her bölümü bir başka “ölüm hikayesi” olan bu diziye bir müddet şüpheyle yaklaştıktan sonra bağımlısı olmuştum. Giant Sparrow’un elinden çıkan What Remains of Edith Finch de bana Six Feet Under ile geçen günlerimi hatırlattı. Benzer bir konusu yoktu elbette, ancak biz Edith’in ailesinin lanetli geçmişine farklı mekanlarda, farklı zaman aralıklarında ve farklı insanların gözünden tanık olurken, arka plandaki aktör asla değişmedi. Ölüm.
Edith Finch 18 yaşında. En son yedi sene önce valizlerini toplayıp veda ettiği, bir “gecekondu şatosu” diyebileceğimiz, Washington’daki görkemli aile evine geri dönüyor; bu defa kısa süre önce kaybettiği annesi Dawn olmadan, yalnız başına. Hayat ona nasıl bir oyun oynadı bu aşamada bilmiyorsak da, kendimize ilk soruyu tam da bu esnada, Edith vapurdan inip ormanın içinde kaybolan “şatosuna” yürürken soruyoruz. 18 yaşında, köklü bir ailesi olan biri, dünyada nasıl yapayalnız kalabilir?
Edith bu soruyu kendisine her gün soruyor, buraya dönmesinin sebebi de tam olarak bu. Büyükbüyük dedesi Odin’den başlayarak ailesinin tüm fertlerinin çok genç, çok zamansız bir şekilde aramızdan ayrıldığını fark etmesi de uzun sürmüyor. Ev de küçükken hatırladığı şekliyle yerinde duruyor, farklı olan ise annesinin kendisine bıraktığı bir anahtar.
Evin her bir köşesi, her bir detayı, ufacık tefecik odalarından kitapların rastgele yerleştirildiği, kapı kemeri şeklindeki kütüphanesine kadar özenle, sevgiyle modellenmiş. Nesiller geçtikçe ve ailenin her bir ferdi, adeta üzerlerinde bir lanet varmışçasına, birbirinden korkunç şekillerde hayatını kaybettikçe odaları başka aile fertlerine verilmemiş. Odalar kilitlenerek, o aile ferdinin öldüğü günkü haliyle günümüze ulaşan birer zaman kapsülüne dönüştürülmüş. Yeni üyelere yer açmak için ise, ev hoyratça büyütülmüş ve yeni bölümler eklenerek bir Steampunk başyapıtı(!) haline gelmiş. Evet, ev Edith’in çocukluğundaki gibi. Hayır, öyle değil çünkü annesinin kendisine bıraktığı anahtar sayesinde Edith evin bu kilitli odaları arasında uzanan, babası tarafından açılmış gizli geçitler keşfediyor ve çok vakitsizce dünyadan ayrılan yakınlarının kimi zaman net, kimi zaman bulanık hatıraları arasında dolaşıyor. Mesela Molly’yi ele alalım. Edith’in 1940’larda hayata beş yaşında veda eden akrabası Molly’nin gözünden, ufaklığın yatağına aç bir şekilde yatırıldığını (Belki de cezalıydı?) görüyoruz. Molly uyanıp önce hamsterının krakerini, sonra da Noel sırasında dekoratif olarak yaygın şekilde kullanılan ancak zehirli olduğu iyi bilinen çobanpüskülü meyvesini mideye indiriyor.
Tek bildiğimiz Molly’nin kısa süre sonra öldüğü ancak nedenini nasılını bulmak bize bırakılmış. Kalbimiz acıyor. Ölümle biten her hikaye biraz daha içinizi acıtıyor ve siz de bir sonraki yakınınızın hatıralarına doğru uzaklaşıyorsunuz. Oyun toplamda 3-4 saatlik bir oynanış süresine sahip ve 31 TL’lik fiyatı çok da ucuz gelmeyebilir gözünüze. Size tek diyebileceğim, Sanitarium dışında hiçbir oyun bu kadar canımı acıtmamıştı benim. Giant Sparrow öyle bir oyun tasarlamış ki, ilk sahnesinden tutun da yolda karşılaşacağınız tüm sürprizlere kadar her anından emek, sevgi ve hüzün akıyor. Oynayın, türü sevmiyorsanız bile oynayın.