Varan 1: Prophet ölmemiş! Varan 2: Psycho, Nanosuit’i olmadan pek de takma adına yaraşan davranışlar sergileyemiyor. Varan 3: Az önce gördüklerim gerçek miydi?
Bodoslama konuya dalmak âdetim değildir ama bu defa öylesine bir şaşkınlık içerisine girdim ki derhal hissettiklerimi paylaşmam gerekiyor. Kısaca olay şu ki ben Crysis 3’ü kaçırmışım! Alzheimer başlangıcı değil, rekor sonu varmış bende meğer... Bu değil tabii ki şaşırdığım konu; yerimde sarsılmama ve hemen arka koltukta oturan kız arkadaşıma, “Aşkım grafikler ne kadar gerçekçi değil mi...” dememe (“Ben Bilmem Eşim Bilir” adlı yarışmada da herkes aşkım diyor, ne var?!) neden olan konu elbette ki Crysis 3’ün aşmış coşmuş grafiklerinden başkası değil. Oyunun başladığı andan sonuna kadar büyük bir afallama içerisine girdim, CryENGINE 3’e olan saygım arttıkça arttı.
Hiç de fena olmayan bir bilgisayarım var, bunu öncelikle belirteyim. Crysis 3’ü şöyle bir sistemde inceledim: Intel i7 işlemci, 16 GB RAM, NVIDIA GeForce GTX 670 ekran kartı ve şahane bir SSD. Buna 26 inçlik Full HD görüntüyü de ekleyince ne oldu? Performans canavarı! İşte orada yanıldınız... Sistemi uzak olmayan bir zaman diliminde topladığım için sanıyorum ki tüm ayarları “Çok Yüksek”e dayarsam, yine de sistem teklemeyecek.
Crysis 3 “Çok Yüksek” ayarlarda bana dil çıkardı, “Git iki tane GTX 680’i SLI yap, öyle gel.” dedi. Kalktım gittim ATM’ye. Çektim 5.000 TL’ye yakın meblağ, tam yürüyorum, biri durdurdu. “Abi günlük limitin üstünde çekmişsin, fazlasını bana vereceksin.” Verirsin, vermem, verirsin, vermem derken bir arbede... Param 6.000 TL olmadı mı? Adamın parayı da aldım, bindim bir triportöre, gidiyorum...
Evet... Konu böyle değildi; GTX 680’leri SLI yapma düşüncesi beni hayal âlemine sürükledi. (GTX 690’ın hayalini bile kuramadım!) Çok Yüksek ayarlar bana üvey evlat muamelesi yapınca, ben de Yüksek ayarlara geçtim ve oyuna adım attım. Hareketleri ve Nanosuit’i bana öğreten bölümü geçtikten sonra, o yağmurlu limanda gördüklerim, oyuna o saniye 10 puanı basmama neden oldu. Gölgeler, kaplamalar, detaylar, efektler o kadar iyiydi ki PS3’ün ve Xbox 360’ın neden artık eski nesil olduklarını da görmüş oldum. Crysis 3 bir PS4 veya “Durango” oyunuysa Call of Duty: Black Ops II tam olarak bir PS3 / Xbox 360 oyunudur, bu kadar net düşünüyorum.
Oyunun grafiksel kalitesi -özellikle açık alanlarda- gözlerinizin kamaşmasına neden oluyor. New York Nanodome’una ilk adım attığımda, I Am Legend tarzı o görüntüyle karşılaştığımda, ciddi anlamda şaşkınlığa uğradım. Etrafta koşup tüm detayları incelemek istedim, senaryoyu tamamıyla unuttum. Bir grafik manyağı gibi geliyor olabilirim ama ne zamandır yeni neslin neye benzeyeceğine dair bir kanıt istiyordum ve Crytek bunu bana Crysis 3 ile birlikte göstermiş oldu. Sağ ol, var ol!
Nanodome’a hoş geldiniz
Crytek’in görsellik üzerinde nasıl hummalı bir çalışma yürüttüğünü anlamak için oyunu sadece 10 dakika oynamanız yeterli. Öylesine büyük ve detaylı bir çalışma söz konusu ki gözümde tüm FPS’ler bir adım geride artık.
Grafiklerdeki bu gözleri kör eden etkiyi oyunun başka neresinde görüyoruz, hemen açıklayayım: Oynanışta! Silahların kullanılışı hep iyiydi, artık daha da mı iyi nedir, ben inanılmaz keyif aldım. Tüfekler tüfek, tabancalar tabanca, Ceph silahları da aynen gerçek hayattaki gibi çalışıyor, insanı hiç üzmüyor. Koşmak, atlamak, zıplamak, kaymak; hepsinin hissiyatı çok iyi...
Nanosuit’in yapısında da birtakım değişiklikler var. Artık koştuğunuz anda arttırılmış hız moduna otomatik olarak geçiyorsunuz. Yani daha da hızlı koşmak için ekstradan bir numara yapmanıza gerek kalmıyor. Aynı şekilde daha güçlü hale gelmek, yükseklere zıplamak için de Maksimum Güç gibi bir mod yok. (Bu Crysis 2’de de yoktu sanırım? Gitti kafa...) Nanosuit’in Maksimum Zırh ve Pelerin modları, oyunda kullanacağınız iki farklı moddan ibaret. Fark edildiniz ve dört bir yandan kurşun mu yağıyor? Hemen Maksimum Zırh! Yeni bir alana geldiniz, daha sizi kimse görmedi ve görmelerini de istemiyor musunuz? Açın Pelerin’i, avcıyı oynayın...
Maksimum Zırh modunda dikkat edilmesi gereken pek bir şey yok. Hedeflerinizi hemen belirleyip ortadan kaldırmaya bakacaksınız. Bu moddayken daha ağır hareket ettiğinizi de göz önünde bulundurmalısınız tabii ki. Zırh modunda enerjiniz bittiği saniye hemen saklanın, biraz bekleyin... Kime ne anlatıyorum, değil mi? Yıllardır aynı şeyi yapıyoruz zaten...
Pelerin olayında da değişen pek bir şey yok. Bizi tamamıyla görünmez yapan Pelerin modu, hareket etmediğimiz takdirde enerjimizden çok yavaş yiyor. Ağır ağır ilerlediğimizde bu oran biraz artıyor, normal hareket ettiğimizde biraz daha ve koşarsak hızla tükeniyor enerjimiz. Pelerin modundan sıfır enerjiyle çıkıp düşmanla burun buruna gelmek de hiç hoş olmuyor tahmin edersiniz ki. Görünmezken nasıl bir taktik izleyeceğiniz tamamıyla size kalmış. Dilerseniz bir bölgeden kimseye bulaşmadan da uzayabilirsiniz, dilerseniz herkesi tek tek, aynen bir avcı gibi öldürebilirsiniz, dilerseniz de biraz şaşırtmaca yaptıktan sonra ortaya çıkıp Maksimum Zırh’a geçerek herkesle aynı anda çarpışırsınız. Pelerin’i kullanırken -yine eskiden olduğu gibi- ateşli silahları pek kullanmamak gerekiyor zira bir anda enerjimiz sıfırlanıyor, CELL olsun, Ceph olsun, herkese gün doğuyor. Susturuculu tabanca ve Crysis 3’ü Crysis 3 yapan avcı yayının kullanımı ise Nanosuit’in herhangi bir tepkimeye girmesine yol açmıyor. Bir düşmanı yanı başındayken ok atarak öldürmek, yanındaki arkadaşının aval aval bakmasına ve neler olup bittiğini anlayamamasına yol açıyor mesela; çok saçma... Düşmanlarımızı görünmezken öldürmenin bir yolu da elbette ki arkalarına geçmek ve onları gizlilikle öldürmek! Bunu yaptıktan sonra ortamdan uzaklaşmak akıllıca oluyor zira -önceki Crysis’lerdeki gibi- yapay zekâ burada da coşkun. Arkadaşlarından birinin öldüğünü anlayan askerler hemen ortalığı velveleye veriyorlar ve bir anda, bir harita dolusu adam peşinize düşüyor.
CELL askerlerinin yapay zekâsı zaman zaman iyi, zaman zaman da vasat. Bir arkadaşlarını öldürdükten sonra, sizin nerede olduğunuzu bulmaları pek uzun zaman almıyor. Birisinin gözünün önünde Pelerin moduna geçmek, yine ortadan kaybolmanızı kolaylaştırıyor ama bunu fark eden asker yaylım ateşi açıyor ve yine de zarar görebiliyorsunuz. Pelerin moduna geçip bir yerde beklemek de bazen çözüm olmuyor; sizin orada olduğunuzu tahmin eden askerler size el bombaları veya EMP’ler ile saldırabiliyorlar.
Yeni uzaylılar arasında en çok dikkat çekeni kuşkusuz ki Scorcher’lar. Bunlarda bir zırh var, maşallah zaten. Bir de bunun üzerine alev püskürterek tüm zırhınızı eritmiyor mu? Scorcher’lar başa bela, karşılarına sakın donanımınız tam olmadan çıkmayın. Bu düşmanları öldürdüğünüzde -silah tanıtım kutusunda da görebileceğiniz- Incinerator silahını kapıyorsunuz.
Bir başka asap bozan yeni düşman da uçan drone’lar. Bunların sizi tespit etmesi zaten an meselesi (Oyunda herkes kartal gözlü!) ve tespit ettiklerinde üzerinize gelip kafanıza EMP bombasını bırakıyor. Tek başlarına geldiklerinde sorun değil ama mutlaka çevrede başka düşmanlar da oluyor ve EMP ile savunmasız kaldıktan sonra diğer Ceph’ler sizi mideye indiriveriyor.
Bedava enerji, bedava hayatlar
Diyeceksiniz ki, “Bu adam niye bize konuyu anlatmadan oynanışa, düşmanlara daldı?” Yazının başında da bahsettiğim üzere, Crysis 3’e “Maksimum Etkilenme” ile başladım. Konu önüme sunuldu, Psycho ve ekibi, Prophet’i saklama kabından çıkardı ve Prophet kontrolümüze verildi, başladık koşmaya. Onu vuruyoruz, bunu ittiriyoruz, zıplıyoruz, kaçıyoruz... Psycho da sürekli bize eşlik ediyor bu arada tabii ki. Artık Nanosuit’e sahip değil ve keli parıl parıl parlıyor. Bu sırada Psycho, geçen yıllarda neler olduğunu anlatıyor bize. Meğer CELL çoktan çığırından çıkmış, Ceph teknolojisi sayesinde sınırsız ve bedava enerjiye ulaşmış, bu enerjiyi işleme yolları da geliştirmiş ve tüm dünyayı da Dünya Bankası misali kendine bağlamış. Prophet buna bir şaşırıyor, ediyor ama o kadar da umurunda olmuyor. Psycho’nun da bu sırada direniş güçlerine katıldığını öğreniyor Prophet ve birlikte bir maceraya çıkıyorlar. O macera ki altüst olmuş ve kocaman bir parka dönüşmüş olan New York City’nin içerisinde yer aldığı Nanodome’a sızmak ve System X’i, Ceph enerjisini hortumlayan sistemi devre dışı bırakmak.
“Hadi bakalım kazamız mübarek olsun.” diyerek giriyoruz Nanodome’a ve bundan sonra konuyla ilgili heyecan verici bir olay oluyorsa ne olayım... Crytek özellikle önceden hazırlanmış sahnelerle oyunu çizgisel bir hale getirmek istememiş, bir yönden de iyi etmiş fakat bu haliyle de konu o kadar arka planda kalmış ki tek kelimeyle teknik bir demo oynuyormuşum hissiyatına kapıldım.
Evet arkadaşlar, Crysis 3’ün en büyük problemine geldik. O son sayfada gördüğünüz puan, bundan “1.5” puan daha fazla olurdu şayet ki senaryo sürükleyici olsaydı. Bu haliyle olay, Crysis 2’den neredeyse hiç farklı olmamış: Bir alana gel, o alanda bir strateji kurup ya herkesi temizle ya da orayı savaşsız geçip hedef noktaya ulaş. Bunu Crysis 2’de zaten yapmıştık ve orada da aynı hislerdeydim. Bir oyun Call of Duty gibi çizgisel olur, tamam deriz. Bir oyun ilk Crysis veya Far Cry 3 kadar özgür olur, onu da bağrımıza basarız. Ama bu şekilde “hibrit” bir model benimsenince, insan tam olarak tatmin olmuyor. Bir bölümde görevimiz sadece B noktasına ulaşmak olabilir mi? Bu kadar basit mi olay? Bölümlerde heyecan verici hiçbir şey olmadığı gibi, her mekânda neredeyse aynı şeyi, sadece farklı yöntemler izleyerek yapıyor olmak bana biraz sığ geldi.
Oyun aynen şu şekilde işliyor: Bir kayıt noktasından sonra yeni bir alana geliyoruz. Birtakım radyo konuşmaları, bilgiler, detaylar... Sonra ne oluyor? Bir başımıza bırakılıyoruz. Aşağıda CELL askerleri olabilir, CELL askerleriyle ve sizle çatışmaya yakın Ceph olabilir... Hemen vizörümüzü açıyoruz (Bu oyunda kullanmak şart neredeyse.) ve etraftaki tüm düşmanları işaretliyoruz. Evet, artık herkesin yerini bildiğimize göre harekete geçme vakti. Şuradakine bir ok, buradakinin yanına yaklaşarak ölümcül bir hareket, görünmez olup bir ok daha atmak, görünür olup herkese ateş açmak ve tamam; bir bölge daha temizlendi.
Oyunun yaklaşık altı saatlik süresi boyunca bunu yapıp duruyoruz. Zevkli mi, eh, bir yere kadar... Bu olayı yıllar önce yapsaydık belki çok daha fazla eğlenirdik ama sadece aşılması gereken bir engel gibi sunulunca bu mekânlar ve durumlar, maalesef pek tat vermiyor...
Sök, kullan
Bazı mekânları heyecanlı hale getirmek adına çabalar da yok değil. Mesela oyunun hemen başlarında bir trenin üzerine atlıyoruz, tren hareket ediyor, bu sırada bir - iki el ateş etme şansımız oluyor. Bir yerde bir taretin başına geçip top mermisine benzer, patlayıcı etkili mermiler atıyoruz Stalker Ceph’lere. (Burası trenin üzerine atlamadan önceydi tabii ki.) Hatta istersek o tareti söküp yanımızda da götürebiliyoruz. Bir başka bölümde de cip kullanmamıza izin veriliyor, Nanodome’da hız yapma şansına kavuşuyoruz. Bu tip aksiyon dolu anların dışındaysa elimizde yayımız, avcılık yapıyoruz.
Predator’ı hatırlarsınız sanırım. Crysis 3’te Prophet tam anlamıyla bir Predator olmuş durumda, hatta Assassin’s Creed III misali, ağaçların dallarına çıkmamıza izin verilseydi, tam anlamıyla bir Predator olabilirdik. Oyunda birçok silahı kullanmak mümkün oluyor ama yayın yeri de ayrı gerçekten. Özellikle işleri sessizce halletmek istediğinizde imdadınıza yetişiyor yay. (Hakkında daha detaylı bilgiyi bu sayfalardaki bir kutuda bulabilirsiniz.)
Her silahın ucunu, ekini, atış modunu değiştirme şansınız da var. Üstelik bunu sadece tek bir tuşa basarak getireceğiniz menüden, istediğiniz vakit yapabiliyorsunuz. Nanosuit’inizde değişiklikler yapmak da yine mümkün ve bunun için de upgrade kit’ler bulmanız gerekiyor. Nanosuit’in eskiden bir mod olarak çalıştırılan özelliklerini artık upgrade kit’lerle Nanosuit’e eklemek mümkün. (Örneğin, tek yumrukta düşman öldürmek!) Benim bu alandaki ilk güçlendirme tercihim Pelerin için oldu çünkü oyunda gizlilik, üç Crysis’ten daha da önemli bir hale gelmiş durumda. Nanosuit’in güçlendirme kitlerini bulmak için de her aksiyon dolu mekânı iyice araştırmanız gerekiyor. Kitler alakasız noktalarda karşınıza çıkabiliyor ve gözünüzden kaçması da mümkün.
Bir savaş alanında vizörünüze -düşmanların dışında- pek de bol olmayan cephane kutuları da takılıyor. Cephaneniz çok kolay bitebildiği için bu kutuları gözlemenizi öneriyorum. Daha çok kapalı alanlarda bulunan bir cisim de Veri Kayıtları. Senaryoya ışık tutan bu kayıtları da oyunun her yerinde bulabilmek mümkün... (Bir cesedin üstünde bile vardı.)
Sen avsın, ben avcı!
Genellikle oyunun senaryo kısmını tamamlayıp geçerim multiplayer modlarına ama bu oyunda, bir yerde art arda ölüp aynı yere sürekli baştan başlayınca tepem attı ve multiplayer’a atladım; sonradan da, “Ne iyi etmişim!” dedim.
Toplamda sekiz farklı multiplayer moduyla birlikte gelen Crysis 3’te beni son derece etkileyen en önemli konu, “Hızlı Karşılaşma” tuşuna bastığınızda gerçekten saniyeler içerisinde kendinizi bir maçın içerisinde bulmanız oldu. Oyun yeni olduğu için herkes oyuna mı dalmış, yoksa sistem mi çok iyi, emin olamadım ama çok memnun kaldığımı biliyorum.
Yağmura karşı...
Şu oyunun bana sadece 20 dakikasını oynatmış olsalardı, salyalar saçarak hala birilerine bu oyunu anlatıyor olurdum ama Crysis 3’ün bir grafiğini çizecek olursak ibrenin oyun ilerledikçe düştüğünü görürüz. Oyunun sahip olduğu teknoloji tartışmasız yeni neslin tanımını yapıyor ama daha kötü görünüp de atmosferi ve senaryosu ile beni kendine bağlayan o kadar çok oyun oldu ki Crysis 3’ü sadece görselliği yüzünden onların önüne çekmeme imkân yok.
Bu oyunu indirip indirmemek konusuna gelirsek... Güçlü bir sisteme sahip olan oyuncular kesinlikle indirmeli; gözünüz gönlünüz açılır. PS3 ve Xbox 360 sahipleriyse ancak ve ancak büyük bir FPS açlığı içindeyse oyuna göz atmalı. Hele ki şurada BioShock Infinite var, mutlaka oynamalısınız. Crysis’in sürekli düşen grafiğinin bir sonraki oyunda toparlanmasını ve tüm dünyanın yeniden gözlerini bu oyuna çevirmesini diliyorum. Bakalım Crytek nasıl bir oyunla karşımıza çıkacak... (Yeni çıkmış oyunu hiçe sayıp bir sonraki oyunu beklemek.) Hepinize iyi avlar; pelerininizi kuşanmayı ihmal etmeyin!
Oyunu hemen indirmek için;
Crysis 3 Türkçe Full indir