Kayıt olmanız sitemizde tam bir katılımcı olmanızı sağlayacaktır. Sitemizedeki beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, mesajlaşma sistemini kullanabilir ve daha fazlasını yapabilirsiniz.
Heyecan bastı, yazamıyorum! “FPS bekleyişi sona erdi!” gibi cümleler kurmak istiyorum, içim el vermiyor. Gözlerim kapanıyor, açılıyor, başım dönüyor, yuvarlanıyor... Akıl sağlığım yerinde değil. Bir rivayete göre, Duke Nukem Forever’ın yapımı başladığında, bu oyunun hiçbir zaman tamamlanamayacağı biliniyormuş ve o yüzden de “sonsuza dek” dercesine, Forever takısı getirilmiş. Yıllar geçse de buna ben de inanmıştım.
İşin içine Gearbox Software ve 2K girmeseydi, Duke Nukem’ı daha da göremezdik aramızda aslına bakarsanız. Skeç çalışmalarıyla, asırlar öncesinden kalma grafik motoruyla, olduğu yerde yatmaya devam ederdi.
Şöyle bir şey var ki ben 2K’in yerinde olsam, elimdeki tüm iş gücünü Duke Nukem’a yöneltirdim. Bunu para kazanmak için değil, bir efsaneyi canlandırmak için yapardım. Bakın Netherrealm Studios Mortal Kombat’ı nasıl, özünü aynen koruyarak yeniden oyun dünyasına kazandırdı... İşte Duke Nukem Forever’da da bunu görmeliydik. Hatta o kadarını bile değil, Duke’un ve bu kadar sene bekleyişin hatırına, gerçek bir şaheser olmalıydı karşımızda...
Eat shit and die Duke asidir. Esprilidir. Güçlüdür. Kadınlarla arası her zaman iyi olmuştur. Kavgaya bir kez karışır, iki kez galip çıkar.
Silahları sever. Kadınları da. Uzaylıları veya saygısız olanları sevmez, asla arkalarında durmaz. Veya bir kez durur, onlar iki kez düşer.
Duke, akılda kalıcıdır. Bir kez gördükten sonra, onu kolay kolay unutamazsınız. 14 yıl kadar beklersiniz, yine onunla tanıştığınız ilk günkü kadar samimi gelir görüntüsü. Duke size bir kez gülümser, iki kez keyif alırsınız..
Böylesine ünlü bir karakter olmasındaki önemli nedenlerden bir tanesi de 14 yıl önce dünyayı kurtarmış olmasıdır kuşkusuz ki. Domuz görünümlü uzaylısından, daha çirkin yaratıklarına kadar birçok istilacı garip varlığı yok etmiş, kalanları da geldikleri yere postalamıştır ünlü kahramanımız.
Duke Nukem 3D bu şekilde sonlandı. Normalde bu derece beğenilen bir oyunun devamı birkaç sene içerisinde mutlaka gelmeliydi ama öyle olmadı. Seneler geçti ve bu sırada, oyundaki zaman da ilerledi. Duke, bizim göremediğimiz, haberlerini alamadığımız kendi evreninde yaşamaya devam etti. Dünya, onu büyük bir kahraman olarak adlandırdı, onun için müzeler inşa etti, oyuncaklarını yaptı, kitaplarını çıkarttı... Duke, dünyanın en ünlü ismi oldu. Geçen seneler boyunca herkesin hayranlığını kazandı fakat Amerikan liderleri ona her zaman daha ihtiyatlı yaklaştı. Ayarsız güç kullanmaması gerektiğini fısıldadılar ona. Dikkat etmesini söylediler. Bir kez daha dünya istila altında olursa, güç kullanmadan önce konuşmasını tembihlediler.
Ve sonra bir gün, Duke malikanesinde (Şato diyelim.) zaman geçirirken, dev bir uzaylı, bir Amerikan Futbolu sahasına iniş yapıyor. Yerden bir Devastator’ı kaptığımız gibi yaratığa saydırmaya başlıyoruz. Yaratık ölüyor, gözünü çıkartıp bir tekme savuruyoruz. Şuut ve gol! Duke’un oynadığı oyunda başarılı olmuş oluyoruz. Duke gamepad’i yerine koymak için indirirken, kadrajın alt kısmından iki tane hoş bayan beliriyor. “Umarım zevk almışsındır...” diyorlar fakat bahsettikleri konu, bambaşka...
Güzel başlangıç, değil mi? Benim hoşuma gitti. Duke’a ve Forever takısına yakışan türde bir düşünce tarzı. Duke bu olayın ardından yerinden kalkıyor ve pencereye doğru yöneliyor ve o da ne?! Devasa bir uzay gemisi şehrin tam tepesinde durmakta. Başkan’dan ve Genelkurmay’dan uyarı gecikmiyor: “Sakın uzaylılara saldırma! İyi niyetli olabilirler...” Duke buna ne kadar inanmasa da kısa bir süreliğine inanmış gibi yapıyor fakat çok geçmeden, istila başlıyor...
I got balls of steel Duke uzaylılara karşı. Konumuz bu. Daha azı veya çoğu kesinlikle yok. Oynanışta da durum farklı değil. Uzaylı görürsen vur. Daha büyüğünü görürsen, daha iyi bir silahla vur. Daha da büyüğü karşına çıkarsa... Önce saklan ve sonra işini bitir. Olay bu kadar netken, hata yapma olasılığınız da yok sanıyorsunuz ama yanılıyorsunuz. Duke bir kahraman lakin ölümsüz değil.
Yıllar Duke’un hareketlerinde hiçbir değişikliğe yol açmamış. Duke hala bildiğiniz, fabrika çıkışı özelliklere sahip bir adam. Alaycı davranışlarıyla, düşmanlarını en basit şekliyle öldürmeye çalışıyor. Oyunun hemen başlarında, bir asker ona Halo’daki arkadaşların giydiği tarzda bir zırh öneriyor fakat Duke bu teklifi geri çevirerek, zırhın “fifiler” için olduğunu vurguluyor.
Zırhlar, enteresan ekipmanlar, puanlar, sağlık paketleri... Bunları düşünmeyin bile. Bu oyunda dikkat etmeniz gereken tek şey karşınızda bir düşman var mı ve onu ne kadar hızlı öldüreceksiniz –ki Duke Nukem’ı sevmemizi sağlayan unsur da her zaman bu olmuştur.
Yine eski formata uygun olarak oyunumuz bölümlere ayrılmış. Bir sonraki bölüme nasıl geçeceğimiz, ne zaman geçeceğimiz belli değil. Yolunuzda ilerleyip düşmanlarınızı öldürürken, hikayenin gerektirdiği şekilde, bir yere doğru ilerliyorsunuz ve ekran kararıyor, diğer bölüme geçiyorsunuz.
Bu çok saçma bir tasarım. Nasıl biliyor musunuz; bazı şarkılar vardır, şarkının sonunu nasıl getireceğini bilememiştir sanatçı ve melodi sürerken ses yavaş yavaş azalır ve şarkı sizin hiçbir zaman bilmeyeceğiniz bir yerde biter. Duke Nukem’daki bölüm geçişlerinin de bundan hiçbir farkı yok. Bir koridorda yürürken veya bir kapağı açıp atladığınızda bir bakıyorsunuz, orası aslında bölüm sonu... Tamam, bir Modern Warfare akıcılığı da beklemiyorum ama bu nedir?! Bu devirde olacak iş değil! Protesto ediyorum –ki bu, protestolarımın başlangıcı.
Groovy Bölümlere ayrılmış bir oyunla problemim olmadığını hatırlatarak ve sadece geçişlerdeki uydurukluktan rahatsız olduğumu belirterek devam ediyorum efsanevi incelememize.
Duke’u biraz anlatayım. Duke silahları olmadan, her biri birbirinden güçlü silahlarla donatılmış uzaylılara karşı pek de başarılı değil. Yani nedir, silahsız olmaz. Neyse ki her türlü düşmanımızdan bolca cephane ve silah düşüyor. Klasik tabancalar ve pompalı tüfeklerden, düşmanlarınızı küçültmeye ve dondurmaya yarayan, Duke Nukem’ın ünlü silahlarına kadar birçok silah oyunda kendine bir yer bulmuş. Duke bu silahlardan sadece iki tanesini yanında taşıyabildiği içinse tatlar biraz kaçıyor maalesef. Oyunun stratejik yönünü kuvvetlendirmek adına yapılmış bir hamle bu ve aslında çok da yadırgamadım fakat her türlü silahı, istediğim zaman kullanabilmek isterdim ne yalan söyleyeyim.
Size hangi silah, ne işe yarıyor, şu anda anlatmayacağım ama şunu bilmelisiniz ki her silah, her zaman sorunları çözmüyor. Mesela Devastator bence harika bir silah fakat havada uçup ahlaksızca ateş eden düşmanlarımıza karşı biraz yetersiz kalıyor zira hedef almak biraz güç. Sonra nedir, “Freeze Ray”. Düşmanlarımızı dondurmak için kullandığımız bu silah ile asma kattaki bir düşmanı dondurmayı deneyin. Haydi başardınız, peki sonra ne olacak? Oraya çıkıp ona bir tekme atamadıktan sonra, çözülmesini beklemeden kaçmaktan başka yapabileceğiniz bir şey yok. (Tabancayla ateş edip parçalara ayırırım diyenler bizden bir adet önceden cevaplanmış IQ testi kazandı.)
Silah konusunu beğendiğimi söyleyebilirim. Her türlü duruma uygun olarak birçok iyi silahımız var ve iki tane silah taşıyabildiğimiz için seçimlerimizi dikkatli yapmamız gerekiyor.
Silahların yanında Duke bira içiyor, bazı ilaçlar alabiliyor, gece görüşü sağlayan gözlükler takabiliyor ve kendisinin kopyasını oluşturabilen “Holo Duke” cihazını kullanabiliyor. Bira içtiğinde görüntü bulanıklaşıyor ama Duke silahlardan daha az etkileniyor. Steroid hapları yumruklarını daha güçlü hale getiriyor ve Holo Duke ile düşman ateşini kendi üstünden atıp sanal bir Duke’a yönlendirebiliyor.
Şimdi önemli kısma geldik. Ben bu özellikleri hiç kullandım mı? Evet, kullandım ama sadece deneme amaçlı. Oyun boyunca ne bira içeyim dedim, ne daha güçlü vurayım diye hap almak aklıma geldi. Holo Duke deseniz tam bir palavra. Önünüze yüzlerce düşman çıkıyor, bir tanesini Holo Duke ile aldatmışsınız, ne işe yarar. Geçiniz...
Anlayacağınız bu “bonus” özellikler, sadece “bir şeyler” ekleme mantığıyla düşünülmüş. Oyuna getirileri neredeyse hiç yok. Duke sadece silahlarıyla da düşmanlarına karşı son derece yeterli bir tutum sergiliyor.
Why do they always take the hot ones? Düşmanlar diye yırtındık, biraz da o konuya eğilelim. Evet, oyunda düşmanlarımız var ve hepsi uzaylı çünkü insanlar bizi seviyor. Uzaylı arkadaşlarımız boy boy. Gerçekten boy boy çünkü çok ufakları da var; üstlerine ayağınızla basabileceğiniz cinsten.
Oyunun en başında size lazer silahlarıyla ateş eden bir takım düşmanlarınız oluyor ve bunlar oyunun sonuna kadar peşinizi bırakmıyor. Çok geçmiyor ki Duke Nukem 3D’de yakından inceleme fırsatı bulduğumuz domuz görünümlü yaratıklar karşımıza çıkıyor. Bunlar da tür tür. Ellerinde pompalı tüfek taşıyanları, tabancayla ateş edenleri, hiçbir şey taşımadan yakın dövüşe girenleri... Tek başlarına tehlikeli olmasalar da iki üç tanesi bir araya geldiklerinde, Ego’nuza dikkat etmeniz gerekiyor. (Ego, oyundaki sağlığınızı gösteren bir sistem.)
İlerleyen bölümlerde yerlerde dolanan ufak, böcek benzeri yaratıklar, Octobrain adındaki uçan ahtapot benzeri, sinir bozucu uzaylılar ve çok daha iri, boss kıvamında düşmanlarla da uğraşmamız gerekiyor. Boss’ların tasarımları iyi ama yaptıkları hareketler çok kısıtlı. Sadece ateş ediyorlar mesela etrafınızda dönerek... Yıl olmuş 2011, buna da katlanacak değilim. Octobrain’lerin boss’u geliyor bir yerde, o biraz daha eksantrik hareketler yapıyor ama o da yeterli değil. Sıradan düşmanlarımız da hafif embesil. Ateş ediyorsunuz, kabak gibi duruyorlar. Bir tek, uçabilen bir uzaylı türü ateş edince ışınlanıp arkanızda belirme gibi bir hareket yapıyor, o kadar. Düşmanların tutumunu beğenmedim, beğenemedim...
Blow it out ya’ass FPS’lere yeni bir soluk getirmek adına, yıllar önce oyunlara ateş etmenin dışında yapacak başka aktiviteler de eklendi. Örneğin araçlara binmek, taretlerin arkasında durmak, bir konvoya göz kulak olmak vb. Duke Nukem Forever da bu gelenekten parçalar taşıyor ve bize ayaklarımızı yerden kesecek bazı oynanış biçimleri sunuyor. Fakat bunlardan bahsetmeden önce genel oyun yapısına bir göz atalım.
Size daha önce de bahsetmişimdir; yeni nesil FPS oyunlarının ilerlediği yolu çok da beğenmiyorum. Artık oyunlar birer film gibi hazırlanıyor ve bir filmde sizin rolünüz ne kadar varsa, burada da aynısı olmaya başladı. Özellikle Modern Warfare serisinde kendini iyiden iyiye hissettiren bu durum, oyuncuların koltuklarında rahat bir soluk almasını sağlamakla birlikte, yeteneklerimizi de köreltiyor bana sorarsanız. Eskiden bir bölümü didik didik etmeden, her tarafına bakmadan çıkışı bulamazdık. “Keycard” modası vardı bir dönem; kapıları açmak için renk renk kart veya anahtar bulmamız gerekirdi. Bu da can sıkıcı bir hale gelmişti zamanla fakat sonucunun, hiçbir efor gerektirmeden ilerleyebildiğimiz oyunlar olarak karşımıza çıkması da pek anlamlı gelmiyor bana.
Duke Nukem, eskiyle yeniyi bu konuda harmanlıyor. Daha oyunun başlarında bir kapının bir kart ile çalıştığını görüyor Duke. Bu noktada geri dönüp bir anahtar arayacağımızı düşünüyoruz fakat Duke lafı basıyor: “Duke kapıları açmak için anahtara ihtiyaç duymaz.” diyor ve hali hazırda bozuk olan kapıyı, elleriyle iteleyerek açıyor.
Oyunun genelinde de Duke’un bölüm sonuna ulaşmak için birçok hareket yapması gerekiyor. Merdivenlerden tırmanıyor, platformlardan atlıyor, heykelleri, vinçleri çeviriyor ve kendine bir yol yaratmaya çalışıyor. Bulletstorm’da zıplayamadığımızı düşünürseniz, buradaki özgürlüğün çok daha büyük olduğunu göreceksiniz. Duke’un bir uzaylı maddesine basarak küçüldüğü bölümlerde platform öğeleri de coşuyor. Özellikle mutfakta geçen bir bölüm, tam anlamıyla tasarım harikası bana sorarsanız. Son dönemlerde piyasaya çıkan hiçbir FPS oyununda böylesine bir bölüm planlaması görmedim. En ufak hatanız, elektrik kaçağı olan havuza düşüp ölmenize neden olan bölümde, sizin gibi küçülmüş düşmanlar, fırınlar ve dar platformlar gayet iyi bir oyun tecrübesi çıkartıyor ortaya.
Evet, oyunda küçülüyoruz; hem de birkaç kez. Mutfak bölümünün dışında, bir bölümde ufak bir uzaktan kumandalı arabaya binip yıkıntılarla dolu binada dolaşıyoruz örneğin. Bölümün sonlarına doğru, kocaman uzaylıların ayaklarının altından kaçarak bir havalandırma deliğine ulaşmaya çalışıyoruz –ki bu bölüm de gayet eğlenceliydi.
Bir bölümde kocaman bir taretin arkasına oturup Duke’un malikanesinin üstünde konuşlanan uzaylı ana gemisini indirmeye çalışıyoruz. Gemi etrafı yakıp yıkarken, hem silahlarına ateş ediyor, hem de bizi patlatmak için sorti yapan uzay gemilerine karşı savaşıyoruz. Bir başka bölümde kocaman bir Big Foot’a biniyor ve düşmanlarımızı ezerek, rampalardan zıplayarak istila altında olan baraja ulaşmaya çalışıyoruz.
Ne gereği var ki? En yakın örnekle başlayalım: Big Foot bölümleri. Tamam, bir hoşluk yapmışsınız, Big Foot gibi bir araca binme şansı vermişsiniz. Peki bunu uzatmanın ne alemi var? Bir veya iki bölüm bize zaten yeterdi. Hayır yani o kadar da eğlenceli değil ki bu aracı kullanmak? Eğlenceli değil çünkü bu aracı kullandığımız bölümlerde iş yok. Kocaman alanlarda, çorak arazilerde veya yıkılmış otobanlarda gaza basıp duruyoruz. Zevksiz, eğlencesiz, tatsız tuzsuz bir durum.
Diğer bölümlerde de benzer bir durum söz konusu. Bakın, elde çok sağlam bir malzeme var. Adamlar sıradan askeri harekatı süsleyip püsleyip nasıl heyecanlı hale getiriyor, Gearbox ve 2K resmen hayal güçlerinin fişini çekmiş. Şehir bölümü, yer altı bölümü, karanlık bir bölüm, havalandırmalarda yürüdüğümüz yerler... Mekanlar o kadar sıradan ki! Ve daha da kötüsü bu mekanlarda sizi şaşırtacak, önceden hazırlanmış hiçbir olay olmuyor. Oyun resmen amatör bir grubun elinden çıkmış gibi duruyor ve oyunda yapılan hiçbir hamle de bunun aksini iddia eder nitelikte değil.
Mekanlar berbat, orijinallik sıfır. Düşmanlarımızın hareketleri de çok kötü maalesef. Size yumruk atmaya meraklı domuz görünümlü uzaylıları ele alalım. Bunlar sizi görünce üstünüze atlıyor ve yumruk saydırıyor. Ne var ki yana kaçarsanız, bu yumrukları yine de inatla boşa sallamaya devam ediyor. Eh abicim, yumruk atacağına benim olduğum yöne atlasan veya dursan olmuyor mu? Olmuyor çünkü yapımcılar bu hamleyi bir blok olarak hazırlamış, uzaylımız da bunun dışına çıkamıyor. Boss’lar ne yapıyor? Size ateş ediyor, ediyor ve ediyor. Onları yenmekte sizi zorlayacak tek şey enerjilerinin fazla olması ve fazla hasar veriyor olmaları.
Duke Nukem Forever’daki duruma tek bir kelimeyle açıklık getirebiliriz: Özensizlik. Resmen oyun piyasaya çıksın ve adıyla satış yapsın diye hazırlanmış, son derece vasat bir çalışma. Açıyorsunuz bir Battlefield 3 videosu izliyorsunuz, gözleriniz, kulaklarınız şenleniyor ve sonra dönüp Duke Nukem’a bakıyorsunuz ve tek gördüğünüz, büyük bir “hata”.
Duke çok daha iyi bir oyun olabilirdi. Bir FPS klasiği olmasını beklemedik. Yepyeni teknolojiler sunacağını düşünmedik. Açıkçası, ondan fazla bir şey de ummadık. Sadece eski günleri bize yeniden yaşatabilecek, yeni nesle de uygun, oyun süresinden çok, oyun kalitesiyle bizi etkileyecek ve Duke Nukem’ı bize eski günlerdeki haliyle hatırlatacak bir yapımla karşılaşmayı umut ettik. Olmadı. Belki de olamadı. 14 yıllık bekleyiş, yapımcıların ucuza kaçması ve plansız hareketleriyle hüsranla sonuçlandı. Kim bilir, belki de onu beklemek daha iyiydi. Duke Nukem’ı, sevdiğimiz şekliyle hatırlayacaktık; bu uyduruk haliyle değil...