Kayıt olmanız sitemizde tam bir katılımcı olmanızı sağlayacaktır. Sitemizedeki beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, mesajlaşma sistemini kullanabilir ve daha fazlasını yapabilirsiniz.
Bundan yıllar önce, ta 1993 yılında karşılaşmıştık Syndicate ismiyle ilk defa. Devamında çıkacak olan oyunlarındansa bir haberdik 1996 yılına kadar... Kimileri için çok eski tarihler bunlar ama bu oyunların tadına bakanlar için harika bir şekilde geri gelmiş durumda Syndicate; tabii ki bu sefer bir stratejiden daha çok bir FPS olarak. Teknoloji birçok oyunda farklı şekillerde kullanılıyor ama oyuncuyu teknolojinin içerisine sokmak isteyen az sayıda oyun var ne yazık ki. Syndicate ise bambaşka bir dünyaya yolluyor bizi ve Matrix filmindeymişçesine takılmaya başlıyoruz etrafta. Aslında korkulacak pek bir şey yok, daha doğrusu oyunun geçtiği tarihin 2069 olduğunu hesaplarsak, çok da beklenmedik bir senaryoyla karşılaştığımız söylenemez.
Syndicate’in geçtiği dönemde, içerisi politikacı dolu bir hükümet anlayışının kalmadığını görüyoruz. Yönetimi sonu gelmez bir gelişmeye kucak açmış olan dünya mega-birliktelikler (mega-ooperations) ele almış durumda. Malum, gittikçe gelişen teknolojiyle birlikte ortaya çıkan mikroçipler her yanımızı sarmış. Dünyanın birçok bölgesindeki insanlarsa kendi rızalarıyla bu mikroçipleri kullanır hale gelmişler zira bu sayede istedikleri arabaya, eve ve işe kavuşan insanlar, kendilerini tamamen kurban ettiklerinin sonradan farkına varacaklar. Çünkü mikroçip takılı olan kişiler, çipi takan firma, yani bölge tarafından kontrol altında tutulabiliyor. Zamanla insanları tamamen kontrol altına alan dünyanın büyük mega-birlikleri arasında çıkan savaşlarsa Agent, yani ajanların doğmasına sebep oluyor ki biz de oyuna Miles Kilo isimli bir ajan olarak başlıyoruz. Bize takılı olan mikroçip normalden çok daha üstün, bu duruma yeni bir çip için denek olmuş olmamızın etkisi de büyük; zaten her şey de aslında bu noktada başlıyor...
Açılış Oyuna girdiğimiz anda nerede olduğumuzu ilk başlarda anlayamadığımız bir bölgede bulunuyoruz. Bir anda karşımıza çıkan asker sayesinde yer ve gök arasındaki mesafeyi tutturabiliyoruz. Aniden ağzımıza ağzımıza vurmasıysa beni ilk başta irkiltti; çünkü karakterim bir sandalyeye bağlı bulunuyordu. Birkaç küfürlü sözün ve sert darbenin ardındansa anladım ki burası eğitim bölümü. İnanın ben de oyunun kontrollerini böyle öğrenmeyi beklemiyordum... Yaşadığım büyük deşarjın ardındansa kendimi oyunun senaryo akışı içerisinde buldum... Demin de bahsettiğim gibi, Miles Kilo isimli, üzerinde ilk kez denenen bir çip taşıyan, soğuk kanlı bir ajanı canlandırıyoruz Syndicate’te. EuroCorp’a bağlıyız, aldığımız görevleri bir bir yerine getirmeye programlıyız sanki ve bizden hep daha fazlası isteniyor.
İlk olarak gözüme çarpan detay, grafiklerdeki yumuşaklık oldu ama sonradan fark ettim ki aslında bu güzel görüntüler özellikle ana karakterlere özel. Oyunun henüz başında gerçekleşen konuşmada Lily Drawl ve Jack Denham karakterleriyle karşılaşıyoruz. Gerçekten ağızlarından saçlarına kadar iyi işlenmiş görselliklerinin yanında, konuşmalara katılmayacağı belli olan NPC’lerin donuk grafikleri bir hayli canımı sıktı doğrusu. Bunun haricinde günümüz oyuncusunu doyuracak seviyede grafiklere sahip bir oyun Syndicate. Fakat beni en çok cezbeden, oyunun sahip olduğu atmosferdi. Bambaşka bir dünyayı ayaklarımıza kadar getirmiş Syndicate ve bunu yaparken de hiçbir detayı atlamamış bence. Gökyüzünü delip geçen binalar ya da etrafta gezinen arabalar değil demek istediğim, daha çok FPS kamerasından karşımıza çıkanlardan bahsediyorum. Yapılan iç ve dış tasarımlar olsun, her objeyi tıpkı bir robot gibi üzerinde ne olduğu yazılı bir şekilde görmek olsun, oyun kendi içerisindeki birçok irili ufaklı detayla kullanıcıyı etkilemeye odaklanmış ve gerçekten ilerleyen yıllarda geçtiğine inandırabilmiş durumda
Perde Gelelim oyun içi detaylara ve yapacaklarımıza. Yine ilk dikkat çeken özelliklerden bir tanesi, oyunda herhangi bir şekilde görevlerin yerinin gösterilmemesi. Bu durum ilk başlarda birazcık can sıkıcı olsa da zamanla o kadar sorun olmamaya başlıyor. Ha, bazen insanı deli ediyor, orası ayrı ama tıpkı eski oyunlarda olduğu gibi nereye gideceğimi aramayı fazlasıyla özlemişim. Karakterimiz koştuğu zaman fazlasıyla hızlanabildiği gibi, gerektiği zaman da gerçekten yavaş hareket edebiliyor. Zaten bir nevi cyborg olan karakterimizi harika yansıtan bir koşma mekaniği var. Koşarak bazı kapıları kırabilmesiyse cabası. Kullanabildiğimiz özelliklerimiz arasında belki de en çok ise yarayanı “Dart Overlay” diyebilirim. Kendisini kullandığımız anda zaman yavaşlıyor. (Evet, tıpkı Max Payne’deki gibi ve hala bu oyundan örnek veriyorum ya ben tamamım.) Nitekim işler sadece zamanın yavaşlamasıyla sınırlı değil. Aynı zamanda saklanmış olan bütün düşmanları görebiliyor, vurulunca patlayacak eşyaları fark edebiliyoruz. Bir de bütün bunlara aldığımız bazı yeteneklerin sadece bu modda çalıştığı gerçeği eklenince Dart Overlay için üç kere “Oley, oley, oley!” diyoruz.
Madem beynimizde bir çip var ve tüm dünya bize daha farklı geliyor, o zaman bu farklılıkların arasından sıyrılmalıyız. Hele bir de ilk defa üzerimizde denenen bir çip söz konusuysa değmeyin keyfimize... Ajanlar olarak zaten sadece fiziksel süper güçlere sahip değiliz, aynı zamanda beyin gücümüzü de kontrol edebiliyoruz. Eh, tabii ki bu gücü düşmanlarımızın üzerinde de kullanmak adettendir diyen yapımcılar karakterimize üç tane çok farklı güç bahşetmiş durumdalar. Bunlardan ilk Suicide, yani intihar. Seçtiğimiz zırhsız, kısacası normal bir ünitenin beynine girip yaklaşık beş saniye içerisinde patlatabilmeye yarayan bu özellik sayesinde tek bir düşmanı ortadan kaldırabildiğimiz gibi, doğru anda ve yerde kullanırsak, yan yana yürüyen birçok düşman ünitesini bir anda ortadan kaldırabiliyoruz. İkinci özelliğimiz Backfire. İsmiyle müsemmalı olan özellik, kısa süreliğine düşmanı yere düşürmemize yarıyor. Yine Suicide’da olduğu gibi yan yana olan düşman üniteleri birbirlerini düşürebiliyorlar. (İlk başta sadece iki tane.) Bizim için en önemli olduğu noktaysa eli kalkanlı gezen arkadaşları yere düşürüp kendilerini anında yok etmemize imkan tanıması... Ve son özellik Persuade, yani ikna. İkna edilen bir düşman ünitesi, belirli bir süreliğine bizim kontrolümüz altına giriyor ve yanımızda savaşıyor. Eğer NPC üzerindeki Persuade özelliği devam ettiği halde ateş edecek bir düşman göremezse silahını kendisine doğrultup intihar ediyor. Toplamda üç adet olan bu özelliklerin yanında bir de Breach yeteneğimiz bulunuyor. Breach, bizden uzak mesafede dahi olan mekanizmalar hack’lememize yarıyor. Hack işlemleri bazen görevi sürdürebilmemiz için gerekliyken, bazen de üzeri zırhlı düşman birliklerini durdurmamıza yarıyor. Durdurma işlemi içinse bize gerekli olan silahlar konusunda gayet iyi iş çıkarmış Syndicate. Oyunda elimize ilk olarak geçen tabancamız, verdiği zarardan daha çok mermi sayısının bir silah üzerine ne kadar güzel yansıtılabileceğini gözler önüne seriyor. Zaten oyun bu konuda bayağı bir çalışmış ve silahların hepsini fütüristik yapmayı başarmış. CQC-11 pompalı ve Kusanagi makineli tüfeğinin yanında, envai çeşit farklı ve ilginç silah da Syndicate’te boy gösteriyor. Harbinger G290, bildiğimiz ve sevdiğimiz minigun olarak karşımıza çıkıyorken, roket atmak isteyenler de unutulmamış ve kendilerine Laws-92 sunulmuş. EMW-56 gibi silahlarsa Syndicate’e özel ve teknolojinin ne kadar geliştiğine dair büyük bir işaret. EMW-56, kullandığı mekanizma sayesinde hedefine kilitlenebiliyor ve hedef herhangi bir objenin arkasındaysa bile o objenin yanından dolaşıp düşmanını yok edebiliyor. LTB-P püskürttüğü alevle önüne gelen her şeyi yok edebiliyor, benim favori silahım olan Swarm ise attığı tek mermiyi 12 parçaya bölerek hedeflediği düşmanları ortadan kaldırabiliyor. Toplamda 20 farklı silahın bulunduğu oyun, bu noktada kalbimi çalmayı başardı. Hem bilindik silahların, hem de tamamen farklı tasarımların olduğu silah menüsü eminim sizlerin de yüzünü güldürecektir.
Düşman demişken Syndicate boyunca karşımıza çıkan ve çıkacak olan envai çeşit düşman var. Bunlardan kimileri uçuyor, kimileri gerçekten kaçıyor, kimileri de saklanıp ateş eden adamlardan oluşuyor. Fakat bazı düşmanlar var ki onlar gerçekten can sıkıcı. Üzerlerinde ağır zırhlar taşıyan bu arkadaşları yok etmek için ilk önce Breach ile kendilerini sersemletip sonra hızlı bir şekilde zırhları kırılıncaya kadar ateş etmek gerekiyor. Aksi halde zırhları kendine geliyor ve “dokunulmaz” hale geliyorlar ki bunu inanın hiç istemezsiniz. Kendilerinin aynı zamanda iyi nişan aldıklarına da değinmek isterim. Çok az düşman ünitesi, attığını ıskalıyor ve yapay zeka düzenli olarak bizi takip ediyor, savaş bölgesinden bir önceki bölüme kaçsak bile peşimizden geliyorlar. Bu arada savaşlar esnasında hiç de öyle karşıda dikilip saklanmıyorlar, sürekli etrafta olan ve sağımızdan solumuzdan ateş eden düşmanlardan bahsediyorum. Bir de boss’lar var ki hiç sormayın. Her birinin farklı bir özelliği bulunuyor ve kendilerine karşı gelmek bir hayli zor.
Bütün bu zorluklara karşı gelmek içinse kullanabildiğimiz farklı özelliklerimiz yanında, bir de bu özellikleri güçlendirecek bir yetenek menümüz bulunuyor. Syndicate’te herhangi bir seviye atlama sistemi bulunmuyor ama oyunun bazı noktalarında öldürdüğümüz boss’lardan toplayabildiğimiz parçalar sayesinde toplam 17 yeteneği aktif hale getirebiliyoruz. Oyunun başında verilen iki yeteneği saymazsak, öldürdüğümüz her boss’dan bir adet yetenek puanı alıyoruz. Yeteneklerimiz birbirine bağlı durumda ve biz istediğimiz takdirde yetenek ağacının (Burada kare, yani “ağaç” olamaz.) en altındaki özelliği bile açabiliyoruz ki zaten oyun da bu sisteme göre tasarlanmış. Yeteneklerimizin neredeyse hepsi aynı kalitede ve en alttaki / en üstteki diye bir durum yok; daha çok hangisini kullanırım, hangisi beni ne kadar mutlu eder gibi detaylar mevcut. Sistemin kare şeklinde olmasınınsa büyük bir anlamı var zira birbirine bağlı olarak açılmış olan her yetenek ağacı, aynı zamanda %5 hayat puanını da beraberinde getiriyor ki sanıyorum oyundaki en önemli özellik ne kadar çok sağlığımızın oldu ğudur. Bir iki örnek vermek gerekirse oyunun ilk yeteneği Toughened ile başlıyor ve bu kutuyu işaretlediğimiz anda %20 daha az zarar alıyoruz. Augmented Overlay sayesinde Dart Overlay modunda %25 zarar bonusu aldığımız gibi, aynı zamanda bu modda %20 daha az zarar alıyoruz. Beast of Burden sayesinde daha çok mermi taşıyabiliyoruz ki oyundaki en büyük sorunlardan biri mermilerin hiçbir zaman yetmiyor olması. Safeguard ise toplamda bulunan sağlığımızı %33 arttırıyor.
Aksiyon internette devam ediyor! İlk başta gördüğüm ama sonrasında üzüldüğüm co-op modu, Syndicate’nin kuvvetli olduğu konular arasında yer alıyor. Fakat benim üzüntüm şu ki dört kişiye kadar desteklenen co-op maçlarının da online desteği istemesi, yani bir arkadaşımıza ikinci gamepad’i verip bölünmüş ekranda yan yana oynayamıyoruz. Oyunun internet üzerinden sunduğu özelliklerse bir hayli fazla bence... Puanlama sistemi ve daha çok özelliğin bulunduğu bir yetenek ağacı bunlardan sadece birkaçı. Toplamda bulunan dokuz co-op bölüm ve açılabilir Expert zorluk seviyesi ile gerçekten dolu bir multiplayer’a sahip oyun. Temel olarak takım oyunu gerektiren multiplayer bölümlerde, birçok farklı engelle karşılaşıyoruz. Bunların en başında her yönden gelebilecek olan düşmanlar yer alıyor; çünkü haritalar büyük ve kimin nereden geleceği hiç belli değil. İşte burada takım oyunu devreye giriyor ve özellikle savaş ortasında takım arkadaşımızı canlandıra bilmek büyük bir tat katıyor oyuna. Çünkü iyi bir takım oyununda dört kişiden üçü düştüğü zaman bile, halen takımı hayatta tutmak mümkün. Tek bir kişinin doğru hamlesiyle bütün takım oyuna kaldığı yerden devam edebiliyor. Ellerinde keskin nişancı tüfeğinden ağır makinelilere kadar onlarca farklı düşman üzerimize geliyor ve verilen doğru kararlarla kendilerini anında ortadan kaldırabildiğimiz gibi, tek bir yanlış hareketle yok da olabiliyoruz. Online ortamlarda da checkpoint’lerin bulunması gayet iyi olmuş. Böylece öldüğümüz zaman takım olarak en başa dönmek zorunda kalmıyoruz. Oyunda şimdilik toplam dokuz harita bulunuyor ve bunlardan en çok oynananı Western Europe haritası. Oyunun demosu çıktığında tek oynanabilen harita olan Western Europe’da bir kampa sızıp kamp liderine suikast düzenlemeye çalışıyoruz. Bu haritanın haricinde bulunan diğer görevlerse bir hayli eğlenceli ve oyuncuyu oyuna bağlamaya yetiyor. Misal, bir obje bulup sonra bizi buraya getiren uçağımıza sağ salim geri getirmek ve birçok koruma görevi co-op meraklılarının beğenisine sunulmuş durumda. Multiplayer kısmında düzenli olarak NPC’lere karşı oynamak ilk bakışta can sıkıcı olsa da tek kişilik senaryoda bulunmayan dokuz farklı haritada hayatta kalma mücadelesi vermekten gerçekten keyifli. Bu haritaları bir ileri seviyeye taşıyan özellikse seçtiğimiz karakterlere farklı ve geliştirilebilir silahlar verebilmek. Misal, bir kişi bütün grubu koruyacak bir kalkan alırken, bir diğer oyuncunun alacağı Damage Link yapılan bütün atışları daha da güçlü bir hale getiriyor ve takım oyunu bir kez daha ön plana çıkmış oluyor. Haritalar her ne kadar birbirini tekrar etse de sürekli değişen düşmanlarımız multiplayer’ı çok eğlenceli hale getiriyor. İlk başlarda karşımıza çıkan Grunt’lardan sonraki Sergeant’lar, ellerinde lazer tüfekleri ve minigun’ları ile oyuncuları inanılmaz derecede zorlayabiliyor. Birçok haritada bulunan boss’larsa Syndicate’i tam bir MMOFPS’ye dönüştürmüş durumda. Örneğin Colorado bölümünde bulunan, Colonel Gabron isimli boss’u öldürmek gerçekten bir takım oyunu gerektiriyor. Bir yandan zırhını yok etmek, bir yandan doğru yerlerde durmak ve gerektiğinde takım arkadaşımızı iyileştirmek... Orijinal Syndicate ruhu multiplayer moduyla yaşatılmaya devam ediyor.
Peki, ne kadar güzel bu oyun? Aslında böyle bir soruyu bana yüz yüze sorsaydınız da size bu inceleme tadında bir cevap verirdim. Yani bazı yanları gerçekten güzel ama bazı yanları bayağı içler acısı. Şimdi gelin birazcık Syndicate’in kafasını alıp dizime vurayım... İlk paragrafımda da değindiğim gibi oyunda bulunan grafik detayları kişiye özel yapılmış resmen ve ben artık bu tarzda ilginç hareketler görmek istemiyorum. Yapın gitsin işte, aynı grafik motoru değil mi nasıl olsa? Neyse, bu birçok oyuncu için sorun bile değil belki ama ben değinmek istedim. Sonra gelelim en sert müziklerin çalındığı düşmanlar kısmına. Yok arkadaş böyle düşman! Adamlar hiç ıskalamıyor, hatta acaba oyunu Hard’da mı açtım diye merak edip bakmama yol açtılar ama imkanı yok! Ben sizi şimdiden uyarayım: Eğer Syndicate’i bilgisayarda oynayacaksanız ve FPS oynama konusunda mükemmel değilseniz hemen o zorluk seviyesini Easy’ye getirin, sonra teşekkür edersiniz... Ne diyordum? Hah, düşmanlar... Öncelikle sürekli “spawn” oluyorlar, siz savaş alanından uzaklaştıkça sürekli yeni düşmanlar geliyor. Hal böyle olunca da mermi dayanmıyor. Kısacası Syndicate bizden sürekli ilerlememizi istiyor. Fakat imkanı yok. Neden mi? Çünkü bu adamlar herhangi bir savaş oyunu mantığında saklanıp ateş etmiyorlar. Evet, ben de yer değiştiren, sağıma soluma geçmeye çalışan akıl dolu bir yapay zeka istiyorum ama Syndicate’deki arkadaşlar direkt olarak ağzımızın içine koşuyorlar. Kim bilir mermi doldururken yanıma gelenler sayesinde kaç kere öldüm. Ha bu arada, yapay zeka genel olarak hep aynı şeyi yapıyor. Oyuna ilk başladığımda bana çok güzel hareket ediyorlarmış gibi gelmişti ama meğer hepsi şakaymış; çünkü bir defa öldüğünüz bir yeri bir kez daha geçmeye çalıştığınızda anlıyorsunuz ki NPC’ler düzenli olarak size göre ama aynı hareketleri yapıyorlar. Sağ sütuna geçtiyseniz, onlarda daha önceden belirledikleri hareketleri yaparak ama yine aynı noktaya ulaşarak size ateş etmeye başlıyorlar. Bir cismin arkasına saklanma sistemiyse gerçekten 10 -15 yıllık. Yani fazlasıyla hızlı olan oyun yapısına, sadece bir cismin arkasına eğilme gibi bir özellik eklenince, sürekli bir yerde mermi yiyen bir karakteri oynar hale geliyoruz. Hamsi gibi hissettim kendimi vallahi, nereye dönsem mermi yiyorum, sonra zıplaya zıplaya kaçıyorum. Üzerinde kalkan bulunan düşmanlarsa sanıyorum oyunun en zor yeri; hem o kalkanı yok et, hem üzerine koş, hem de kalkan yeniden dolmadan kalkanın kırılmasını sağla. E şarjör bitti ve bu adamın kalkanı hala kırılmadı, çok ufak bir şey kaldı, hadi şarjör dol da vurayım şuna! Aaa adamın kalkanı yine doldu... İşte oyundan soğumama sebep olan belki de en net sahneyi sizlerle paylaştım ve eminim sizin de başınıza bolca gelecek. Bu can sıkıcı durumu ortadan kaldırmanın en net yoluysa doğru zamanda Dark Overlay’i çalıştırmaktan geçiyor. Bense şimdiden haykırışlarınızı duyar gibi oluyorum. Unutmadan, bir de o ışıklandırma nedir öyle arkadaş? Ben böyle gözüme ışık tutulduğunu görmedim. Oyunun bazı noktalarında ışık odakları o kadar çok parlıyor ki oyunun tamamı ışığa dönüşebiliyor. Acaba beynimizdeki cihaz yüzünden mi böyle görüyoruz?
El ele tutuşup selam verirken Anlayacağınız Syndicate garip bir oyun. Harika bir atmosfere ve hikayeye sahip ama yine de oyunda birçok şey eksik. Hikaye anlatımdaki boşluklar ve oyuncu olarak ne yaptığımızı bilmiyor olmamızın verdiği boşluk hissi gerçekten can sıkıcı. Bir de tüm bunların üzerine oyunun zorlayıcı yapısı dahil olunca, insan gerçekten Syndicate’ten uzaklaşabiliyor. Benim gördüğüm kadarıyla bu oyun başta bilimkurgu severler hedeflenerek yapılmış; bir robot olmak, ne yaptığını bilmemek ve başka beyinler üzerinde güç kullanabilmek gibi fikirler gerçekten oyuncuya farklı bir his yaşatıyor ki bu yadsınamaz bir gerçek. Bu yüzden Syndicate bazı kullanıcılar için gerçekten iyi bir yapım olarak görülecekken, bazıları içinse sadece indirilip arada oynanacak bir oyun olarak oyunlar klasöründe kendisine yer bulacak.