Kayıt olmanız sitemizde tam bir katılımcı olmanızı sağlayacaktır. Sitemizedeki beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, mesajlaşma sistemini kullanabilir ve daha fazlasını yapabilirsiniz.
Benim gibi insanlar, korku türündeki oyunları laboratuvar ortamındaymışçasına ışıklı bir ortamda oynamalıyken, ben atmosferi daha da sağlamlaştırmak için bıraksanız yerin dibindeki bir mağarada oyunu oynayacağım. Beni bu hale getiren nedir, halen bilmiyorum ama önüne de geçemiyorum ve bu durum, Metro: Last Light’ta da değişmedi.
Şimdi hazır atmosferden girmişken, konuyu senaryoya bağlamayayım, gelin size 4A Games’in harıl harıl uğraştığı atmosfer ve görsellik konusunu anlatayım.
4A Games, oynanıştan veya senaryodan daha çok atmosfer üzerinde yoğunlaşmış ve ortaya da her tarafı detaylarla bezeli, gerçekten “yaşayan” ya da Metro: Last Light temasında “yaşamaya çalışan” bir halk, bir dünya yaratmış. BioShock Infinite’i çok beğenmiştik değil mi en son? BioShock Infinite’in başlarında Columbia halkını sokaklarda görüyorduk hatırlarsanız. Columbia’nın yaşayan bir şehir olduğunu gösteriyorlardı bize ama kısa bir süre sonra hepsi ortadan kayboluyordu. Metro’daysa bu halk, siz senaryoda ilerledikçe farklı şekillerde, farklı ortamlarda hep oyunun içerisinde bulunuyor. Bu da oyunda yapayalnız bir birey olmadığınızı ve yıkık Moskova’nın altında yaşam mücadelesi veren bir halkın olduğunu gözler önüne seriyor. Üstelik bu halk laf olsun diye de orada durmuyor. Kendi aralarında olan muhabbetleri hep hikâyenin arka planını aydınlatıyor, dinlerken kitabın satırlarını okuyormuş havasına kapılıyorsunuz.
Atmosferi elbette ki görsellik de büyük ölçüde destekliyor. Bir yerlerde temiz ve nizami bir çizim yapmanın daha kolay olduğu ama bir şeylerin yıkık olduğunu göstermenin daha zor olduğunu okumuştum. 4A Games’in yarattığı manzara da harabeye dönmüş Moskova’nın eski metro tünellerinin, bir önceki oyuna kıyasla nasıl daha gerçekçi ve detaylı olduğunu bize gösteriyor: Metal levhalardan oluşan köprüler, farklı bir görevde beşinci kez kullanılan ahşap kalaslar, yarısı parçalanmış lastikler, su birikintileri, dokunduğunuzda yuvarlanan boş şişeler, zayıf aydınlatmalar... Mirror’s Edge’in o modern ve dümdüz çizgilerini hatırlayın ve onun 180 derece farklı yönde duran halini düşünün... O oyun ne kadar temizdiyse Last Light da bir o kadar kirli ve karamsar bir oyun...
Artyom, uyan! Metro 2033’ü kaçırdıysanız biraz üzülebilirsiniz zira bu oyunda olanlar, yani Last Light’ta olanlar 2033’ten bir yıl sonrasını konu alıyor. Zaten Last Light da yazarın Metro 2034 adlı kitabından uyarlanmış durumda.
2033’ün sonunda Artyom, Dark One’ların üstüne füzeleri ateşlemiş ve zaten feleği şaşmış olan Moskova’yı biraz daha mahvetmişti hatırlarsanız. Dark One’ların hepsi yok oldu mu, olmadı mı, bunu bilmiyorduk ve bir yıl sonra Artyom ile tekrar metro tünellerine döndüğümüzde, bunun cevabını öğrenmiş olduk. “Khan” adındaki arkadaşımız, yaşayan bir Dark One’ın varlığından bahsediyor oyunun hemen başında ve bağlı olduğumuz Ranger’ların başı Colonel Miller, yaratığı öldürmemizi istiyor. Khan ise Dark One’ların mistik bir görevi olduğunu düşünüyor ve kurtuluşun onlarda yattığına inanıyor. Biz yine de Miller’ın emirlerine uyuyor ve Dark One’ın peşine düşüyoruz...
Tüm oyun boyunca Dark One’ın peşinden gittiğimizi düşünmeniz yanlış olur zira kısa bir süre sonra tünellerde yaşayan tarafların çatışmasının ortasına düşüyoruz. Komünistler ve Naziler, sanki dünyada yiyecek kıtlığı, hastalık gibi dertler yokmuşçasına ideolojilerini savunmak için hala varlıklarını sürdürüyorlar ve aralarındaki çatışmadan biz de nasibimizi alıyoruz.
Tarafların çatışması, oyunda büyük bir konu ve biz bundan etkilendiğimiz gibi, tünellerde yaşayanlar da taraf seçmek durumunda veya da bu tarafların zulmüne maruz kalıyor. Düpedüz terbiyesizlik yapılan! Ha, bizim bağlı olduğumuz Ranger’lar da çok mu matah? Onlar da bir başka tür... Oyunda daha bir - iki adım atmamışken hemen bu taraflardan bir tanesiyle tanışıyoruz, kaçıyoruz ediyoruz, yine bir başka tarafla münasebetimiz oluyor ve bu böyle sürüp gidiyor.
Aslına bakarsanız tarafların çatışması gayet hoş ve ayakları yere basan bir konu olmuş ama Metro 2034’te olduğu gibi burada da doğaüstü olaylar, yani Dark One’ların gizemli havası oyunun sonlarına doğru iyiden iyiye olayı Crysis boyutuna taşıyor. Komünistler Nazilere ne yapmış diye düşünmek istiyorsunuz ama bir bakmışsınız ki mistik olayların peşinden koşmuş, gidiyorsunuz. Normalde bu tip mistik bir hava çok başarılı dururdu ama yaratılan dünya o kadar gerçekçi ve sağlam ki insan daha gerçeğe yakın kavramları yaşamak istiyor, “Dark One’lardan bana ne!” diyor. İster istemez oluyor bu. En azından bana öyle oldu; siz belki de konunun gidişatından son derece memnun kalacaksınız.
At o silahı, at! “Yaratılmış olan bu şahane dünyada, bir önceki oyunda olduğundan daha farklı bir şey yapıyor muyuz?” diye soracak olursanız, size olumlu bir yanıt veremem. Metro 2033’ü oynayanlar, bu oyunda direkt olarak eski evlerine dönmüş gibi hissedecekler ama bundan memnun da kalacaklar çünkü önceki oyundaki aksaklıkların birçoğu giderilmiş durumda: Performans sorunları, bug’lar, zayıf vuruş hissiyatı düzeltilmiş, her şey daha güzel bir hal almış.
Yine hatırlayacak olursanız, bir önceki oyun iki farklı oynanış barındırıyordu bünyesinde: Saklanılması imkânsız alanlarda gerçekleşen heyecanlı çatışmalar ve gizliliğin yolunuzu çok daha rahat açtığı kısımlar. Last Light’ta bu keskin ayrım ortadan kalkmış, hatta oyunu normal zorluk seviyesinde oynarsanız, saklanmanıza bile gerek kalmayabiliyor...
Bu detaylara geçmeden önce, oyunda nasıl görev alıyor, görevlerde ne yapıyoruz, onu anlatayım. Şöylesine güzel ve kullanıcı dostu bir durum var ki o da “görev” kavramının tamamıyla oyuna yedirilmiş olması. Düşünün ki koskoca oyunu, bir kez bile görevimizi gösteren ekranı açmadan tamamladım. Oyun bölümlere ayrılmış durumda. Daha doğrusu, Artyom’un hikâyesi bölüm bölüm anlatılıyor. Uzun bir macera düşünün ve bunun çeşitli yerlerde kesilerek, mekân değişikliklerini bize çok göstermeden devam ettiğini hayal edin. Zaten upuzun bir hikâyede yer aldığımız için de “görev” kavramını da oyunun içine karışmış bir biçimde yaşayıp devam ediyoruz. Hiçbir görev çıkmıyor ki şuradaki yaratığı öldür, geri gel veyahut git istihbarat topla, üsse dönerken de iki şişe ayran al.
Bu büyük serüvende ilerlerken de elbette ki karşımıza rakip taraflar ve yaratıklar çıkıyor. Taraflarla olan mücadelemizi ikiye ayırıyorum, yaratıklarla olanı da bir başka ikiye. Etti dört. Size dört tane farklı oynanış anlatacağım şimdi, hazır olun.
Mutasyona uğramamış, senin benim gibi olan insanlarla karşılaşmamız genellikle onların bizi fark etmediği şekillerde gerçekleşiyor. Hikâyeye göre bazen direkt burun buruna da geliyoruz ama genellikle sayıca üstün oldukları için bizi fark etmedikleri ortamlar daha fazla. Düşmanlarımızı -bizi fark etmediklerinde- bir köşede durup izlemek en akıllıcası. Böylece nereye yürüyorlar, ne zaman açık verecekler, bunu rahatça gözlemliyoruz. Artyom, düşmanları tarafından görünüp görünmediğini kolundaki saat benzeri bileklikten görüntüleyebiliyor. Eğer bileklik mavi renkte yanarsa görünüyor, yanmazsa gizliliğini koruyor demektir. Bu görünmezliği yakaladıktan sonra da isterseniz düşmanınızın burnunun dibinde olun, sizi fark edemiyorlar. En güzel çözüm, düşmanlarınız devriyelerini diğer gözlerden uzakta yaparken arkalarından yanaşmak ve onları ya etkisiz hale getirmek ya da öldürmek. Öldürmek ile bayıltmak arasında hiçbir fark bulunmadığı için hangisini isterseniz, onu tercih edebilirsiniz. Eğer düşmanlarınız birbirleriyle konuşuyorlarsa ve ikiden fazla kişi değillerse yapabileceğiniz en güzel şey onları kendi hallerine bırakmak zira bu birliktelik bitmiyorsa oyun da onları öldürmeden işinizi görebileceğinizi söylüyor demektir. Eğer inat ederseniz de susturuculu bir tabancayla hızlı iki atış yapıp bu iki düşmanı yere yığın, ağır tepki verdikleri için bunu yapacak zaman bulabiliyorsunuz.
Şayet ki düşmanlarınız sizi fark ederlerse olay Call of Duty’den daha farklı bir hal almıyor. Zor oyun seviyesinde durum vahim oluyor ama normal oyun seviyesinde siper alarak düşmanlarınızı rahatça vurabiliyorsunuz. Hele ki tırmanabileceğiniz bir platform varsa ve burada düşman ateşinden de korunabiliyorsanız, aşağıdakileri sinek gibi avlamanız işten bile değil.
İnsanlıktan çıkmış ve mutasyona uğramış garip yaratıklarla karşılaşmamız da iki şekilde oluyor demiştim. Yeraltındaki çatışmalar farklı bir boyut, yeryüzündekiler farklı... Yeryüzünde işler daha zorlu zira düşmanlarınız daha agresif ve daha güçlü. Sizi gördükleri saniye peşinizi bırakmadan saldırıyorlar ve iki tanesi burnunuzun dibine geldiklerinde sizi rahatça haklıyorlar. Bunlara karşı pompalı tüfek en iyi çözüm, kaçmaksa sadece fuzuli bir hareket.
Yeraltındaysa durumlar biraz daha farklı. Özellikle mutasyona uğramış akrep ve örümcek benzeri yaratıklar beni canımdan bezdirdi. Bunları avladığımız kısımlar gerçekten korku filmlerini aratmayacak bir atmosfere sahip. Düşünün ki her yer karanlık, sizi yavaşlatan örümcek ağları her tarafta ve dipten hafif sesler geliyor. Daha sonra bu sesler “duvarda bir şey yürüyormuş” efektiyle bezeniyor ve sesler yaklaştıkça iyiden iyiye geriliyorsunuz. Daha da kötüsü, bu yaratıkları öldürmenin yolu el fenerinizi onların üzerine tutmaktan geçiyor ve aynen vampirler gibi, onlar da zaman içerisinde yanarak ölüyor. Yani feneri çekerseniz, tekrar eski formlarına kavuşuyorlar. Tek bir düşmanı kızartırken bir başkasının arkanızdan yaklaşıp sizi öldürmeye çabalaması da işten bile değil... Kâbus gibi anlar yaşattılar bana, kendilerine saygılarımı (!) sunuyorum.
Tabii ki böyle anlatınca kulağınıza hoş gelmiş olmalı ama ortada devasa bir sorun var ve o da elbette ki yapay zekâdan başkası değil. Ne zamandır bu kadar uyduruk bir yapay zekâ görmemiştim, çok iyi oldu. Yaratıkların yapay zekâsından bahsetmeyeceğim, onların programlaması yine daha iyi ama insanlar çok kötü bir pozisyonda maalesef.
Düşmanlarımızın çoğu sağır, bunu aklınızda bulundurun. Birisini bağıra çağıra öldürüyorsunuz, dönüp bakmıyorlar bile ya da birini vuruyorsunuz, yere düşüyor, bunu bir süre sonra fark eden bir başka arkadaşı çevreyi velveleye vereceğine aval aval bakıyor. Diyelim ki alenen keşfedildiniz. Hiçbir düşmanınız sizin saklandığınız yere doğru bir hamle yapmıyor, herkes bulunduğu yerden ya ateş ediyor ya da amaçsızca etrafta koşuyor.
Oyunun bir yerinde, raylara bakan ve oyuklara sahip bir duvarda, bu oyuklarda duran bir adamı vurdum ve diğer oyuklarda duranlar bunu gördü. Oyuklar da bir koridorla birbirine bağlanıyor. Normal şartlar altında o adamlar ya raya iner, ya arkadaşlarının öldürüldüğü noktaya doğru ilerler ya da zaten arkadaşlarının tam karşıdan vurulduğunu anlayıp oraya doğru ateş ederler. Bunlarsa kendi oyuklarından şaşkın şaşkın raylara bakmayı tercih ettiler, ben de onları tek tek avlamaya devam ettim...
Çoğu FPS’de böyle durumlar oluşmasın diye biraz hile yapılıyor ve düşmanlarınız sizi aksiyon halinde görmemiş olsa bile arkadaşları düştüğünde nerede olduğunuzu anlayıp oraya yönleniyor. Buradaysa kimse sizin nerede olduğunuzla ilgilenmiyor. Bu durumun en vahim hale geldiği yer de keşfedildikten sonra çıktığınız yüksek bir platform. Düşmanlarınız asla merdivenden tırmanıp yanınıza gelmiyor, size doğru düzgün ateş etmedikleri gibi bomba da atmıyor. Siz de bulunduğunuz yerden herkesi tek tek indiriyorsunuz.
Karanlık koridorlar... Hatırlıyorum da ilk oyun bir hayli zordu. Daha çok tuzak vardı örneğin; yürürken sürekli bir yerlere ip gerilmiş mi diye bakıyor ya da bir yaratık sesi duyduğumuzda kaçma planlarını hemen devreye sokuyorduk. Yeni oyunda bu tip yerler bir hayli az, az olmasa da pek fazla tehlike barındırmıyor. Mesela tamamıyla zırhlarla kaplı bir düşman tipi var, bunları bile kolaylıkla haklayabiliyorsunuz. Sanırım ilk oyunun zorluk seviyesi yüzünden 4A Games biraz geri adım atmış.
Bu garipliği ve yapay zekânın bayağı kötü olması konusunu bir kenara bırakırsak Metro: Last Light’ın gayet iyi bir oyun olduğunu söyleyebiliriz. Oyunun grafiksel anlamda da bazı problemleri olduğu söyleniyordu ve özellikle AMD ekran kartlarında bu durumun daha çok görüldüğünden bahsedilmekteydi lakin NVIDIA kartımla ben de birkaç kez problem yaşadım. Problem de hiç yabana atılacak bir problem değildi; oyunun ortasında garip siyahlıklar ve grafik bozulmaları etrafı sardı ve oyun oynanamaz bir hal aldı. Siz de böyle bir durumla karşılaşırsanız oyundan çıkın ve yeniden başlayın, sorun kendi kendine çözülüyor.
Şu sıralar oynanabilecek FPS’ler arasında, hala oynamadıysanız BioShock Infinite kesinlikle denenmesi gereken bir oyun olarak yerini sağlam bir biçimde koruyor ama Last Light’ı da boş geçmek büyük bir hata olur. Bu kadar detaylı, bu kadar sağlam atmosfere sahip başka bir FPS kolay kolay gelmez. Belki Call of Duty’ler, Battlefield’lar çok daha kolay oynanıyor, multiplayer kısımlarıyla da sizi kolayca esir edi-yor başına ama Last Light’ı oynarken hissedeceğiniz “kitap okuyormuş” veya “filmin içindeymiş” hissiyatını da diğer FPS’lerde görmeniz pek kolay değil. PC’nize güveniyorsanız veya konsolda artık orta seviye olarak adlandırılabilecek grafik ayarlarında FPS oynamakla ilgili bir sıkıntınız yoksa Last Light’ı mutlaka denemelisiniz.