Kayıt olmanız sitemizde tam bir katılımcı olmanızı sağlayacaktır. Sitemizedeki beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, mesajlaşma sistemini kullanabilir ve daha fazlasını yapabilirsiniz.
Dungeon Siege III de (DS3) kendisini kaliteli RPG oyunları kervanına katan oyunlardan bir tanesi olmuş. Oyunun senaryosuna göre “10th Legion” isimli bir birlik söz konusu. Yaklaşık 400 yıl boyunca topraklarına hizmet vermiş olan bu birlik ki aynı zamanda kan soyu, son kralın ölümünün ardından yaşayan halk tarafından dışlanmış. Jayne Kassynder isimli kötü karakterse etrafı bir güzel yok etmiş ve ne orman kalmış, ne de Legion. Bizse bu lejyon denen zımbırtıdan geriye kalan son safkanız. Amacımızsa... (Eh o kadarını da oynayıp görün.)
Bu aksiyon RPG işinde en çok canımı sıkan durumlardan bir tanesiyle yine karşı karşıya kaldım zira DS3’te herhangi bir karakter yaratma menüsü yok. Yani oyunun bize sunduğu dört farklı karakterden bir tanesini seçmek zorundayız. İkisi dişi, ikisi erkek olmak üzere dağıtılmış olan karakterler, aynı zamanda kendilerine özel sınıflara bölünmüş durumda. Kendilerinden birazcık bahsetmek istiyorum. İlk karakterimiz tam bir delikanlı olan Lucas Montbarron; kendisi kılıç - kalkan kullanma ve iki elli kılıç taşıma yeteneğiyle ünlü. Giydiği ağır zırh sayesinde çok fazla darbeye maruz kalabiliyor. Anjali isimli hatun kişiyse kendisini element formuna geçirebiliyor. Bu sayede ateş bazlı büyü ve yetenekler kullanabiliyor, ayrıca ileriki seviyelerde yardımına canavar çağırabiliyor. Reinhart Manx isimli karakterse oyunun belki de en farklı oynanışına sahip karakteri. Kendisi büyü konusunda uzman. Özellikle Creation ve Destruction büyüleri kullandığı gibi, Entropic Magic’ten de anlıyor. Katarina isimli karakterse oyunun menzilli silah sınıfı. Özellikle uzak menzildeki karakterleri rahatlıkla ortadan kaldırabilen Katarina, yakın dövüşte de kendisini savunabiliyor.
Derinlemesine DS3, yapı olarak serinin daha önceki oyunlarını birebir kopyalayan bir oyun değil. Aralarındaki en büyük benzerlikse hızlı oyun yapıları. DS3’te oyun gerçekten çok hızlı ilerliyor, büyüler bir anda patlıyor, darbeler çok hızlı bir şekilde rakibe etki ediyor ve aynı hızda da ölünebiliyor. İşte bütün bu karambol anından sağlam çıkmamız için ilk olarak karakterimizi adam gibi geliştirmemiz gerekiyor. DS3’ün bize sunduğu üç farklı ana gelişim noktası var. Belirli seviyelerde kullanabildiğimiz Abilty puanları sayesinde, karakterimizin dokuz farklı özelliğinden bir tanesini açabiliyoruz. Yine aynı seviyede harcamamız üzere bir adet proficiency puanı geliyor. Bu puanlarsa fazlasıyla kritik bir rol oynuyorlar oyunda. Her özelliğimizin arttırılmayı bekleyen iki adet farklı proficiency’si bulunuyor. Örnek vermek gerekirse; Sheild Pummel özelliği, rakibimizi %20’lik bir vuruş gücüyle itiyor. Eğer bu yeteneğin altında bulunan Burtal Pummel proficiency’ye yatırım yaparsak bu zarar puanına %20 daha ekleniyor ya da Impetuous Slam proficiency’si üzerine harcama yaparak vuruşumuzun %20 daha fazla ihtimalle rakiplerimizi stun etmesini sağlayabiliyoruz. Her ability, toplamda beş puan üzerinden geliştirilebildiği gibi, bir yeteneği iki proficiency ile de geliştirebiliyoruz. Misal; üç Brutal Pummel, iki Impetuous Slam gibi. Son olarak da her birisini beş defa geliştirebildiğimiz talent kısmı bulunuyor. Buradan da critical hit’lerimizin %10 daha fazla zarar vermesi gibi yeteneklerimizi geliştiriyoruz. Dediğim gibi, her seviyede yeni ability gelmiyor ama her seviye atladığımızda bir adet proficiency ve talent puanı kazanıyoruz. Bu detayı açıklamamın yegane sebebiyse oyunun çok güzel bir mantık üzerine yerleştirilmiş olduğuna işaret etmekti.
Yakın dövüş Karakterimizin klasik hayat ve mana depolarının yanında bir tane de Power Sphare bulunuyor. Karakter resmimizin hemen altında bulunan bu küre, rakibimize saldırdıkça ya da mana harcayıp özel hareketler yaptıkça doluyor. Bize sağladığı katkıysa “Empower Attack”, yani kullandığımız bir yeteneğimizi bir küre harcayarak olağandan 10 kat daha güçlü bir şekilde yapabiliyoruz. Bu durum da oyuna aynen yetenek sisteminde olduğu gibi çok güzel bir rotasyon sağlıyor; yani hiçbir zaman boşa mana harcamış olmuyoruz. Savaştan bahsetmişken, oyunun başlarında bolca yalnız dolaşıyoruz ama sanmayın ki bu hep böyle sürüyor. Birazcık tahammül ederseniz DS3’ün RPG severlerin o çok özlediği companion sistemini beraberinde getirdiğine tanıklık edeceksiniz. Companion karakterleri kontrol edemiyor olmamız büyük bir eksi bence ama üzerlerindeki eşyadan tutun da hangi yetenekleri kullanacaklarına kadar her şeyi biz belirliyoruz. Benim oyun esnasında en çok dikkatimi çeken yeniliklerden bir tanesi, RPG oyunlarının resmen düşmanı olan envanter sisteminde oldu.
Çok güzel ve her şeye rahat ulaşılabilen bir envanterimiz olduğu gibi, buradaki bir sekme beni çok ama çok mutlu etti. Eğer acil paraya ihtiyacınız varsa ya da üzerinizde daha fazla eşya taşıyamıyorsanız, o eşyayı transmute edebiliyorsunuz. Normal satış fiyatından çok daha az para getiriyor ama gerçekten oyun esnasında çok büyük yardımı dokunuyor.
Biraz da şinanay DS3’ü indirirken böyle deli danalar gibi beklemiyordum. (O hak Diablo için saklı.) Fakat yine de umutluydum, kötü bir oyun da beklemiyordum. Yine de DS3 yaptı yapacağını ve beni mutsuz etmeyi başardı. Neler mi mutsuz etti beni? Öncelikle o kılıç neden anime karakteri gibi sallanıyor? Ne gereği var? Yeterince anime bazlı oyun var. Sonra companion neden? Yapsanıza arkadaşım efendi gibi parti sistemi! Bu kasıntı neye? Ha aksiyon RPG diyorsunuz, ben yemem; bir yere kadar... Oyun yapısı çok hızlı olduğundan yakın dövüşçü olmak oyuncuya çok büyük kolaylık sağladığı gibi, diğer taraftan büyü ya da menzilli silah kullanmak tam bir işkence. Çünkü düşmanlar anında yanınızda bitiveriyorlar. Diyaloglar çok sıkıcı ve tek tüze, yetmezmiş gibi bir diyalogda önce “Hayır, yapmayacağım.” dedikten sonra aynı NPC’yle bir daha konuştuğumda “Tamam, yapıyorum.” diyebilmek fazlasıyla saçma geldi bana. Yani oyunun resmen alternatif bir senaryosu olamıyor bu ihtimaller bazında.
Anlayacağınız yine bir aksiyon RPG var karşınızda. Eğer hack & slash seviyorsanız ve Darkspore’u beğenmediyseniz, buyurun size yeni bir çıtır çerez. Fakat buraya yazıyorum; böyle giderse ne RPG kalır, ne de bir şey. Hadi DS3 genelde hack & slash’ti ama diğer oyunlara ne demeli? Neyse, kendimi tutuyorum ve en azından çok daha kötü olabilirdi diye düşünüyorum. Hack & slash severlereyse gün doğdu! Hadi iyi oyunlar