Kayıt olmanız sitemizde tam bir katılımcı olmanızı sağlayacaktır. Sitemizedeki beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, mesajlaşma sistemini kullanabilir ve daha fazlasını yapabilirsiniz.
Romandan uyarlama film yapmak riskli bir iştir. Hele hele rüştünü ispatlamış olan ve peliküle aktarılması zor görünen bir romanı, film haline getirmek daha riskli bir iştir. İlk önce olayları olabildiğince iyi analiz edeceksiniz, gereksiz detayları dikkatlice kırpacaksınız, sonra bunun üstüne okuyucuların kafasındaki dünyaya eşdeğer bir mizansen oluşturmaya gayret edeceksiniz ve tüm bunları yaparken romanın fanlarını memnun etmeyi başaracaksınız. Peh! Romandan uyarlama film yapmak riskli bir iştir. Hele hele Golden Compass gibi bir romanı, film haline getirmek daha riskli bir iştir.
Philip Pulman, ateist olduğunu dile getirmekten kaçınmayan bir yazar ve Northern Lights’ın (Golden Compass’in uyarlandığı romanın ismi) içine işlemiş olan din karşıtı söylemler bunu anıtlar nitelikte.
Kısa Bilgiler
# Golden Compass, 270 milyon dolarlık bütçesiyle sinema tarihinin en pahalı filmlerinden biri olmayı başardı. # Filmin başrolündeki minik oyuncu, Dakota Blue Richards, 10.000 aday arasından seçildi. # Roman Amerika’da Altın Pusula, İngiltere ve Avrupa’da ise Kuzey Işıkları adıyla yayınlandı. # Filmde ayı Bymison’u seslendiren isim; Yüzüklerinin Efendisi’nden (Gandalf), X-Men’den (Magneto) ve Da Vinci Code’dan (Leigh Teabing) tanıdığımız başarılı aktör Ian McKellen. # Filmin müzikleri; Kraliçe, Duvak, Firewall ve Syriana gibi filmlerin soundtrack’lerine imza atan Alexandre Desplat tarafından hazırlandı.
Haliyle böyle bir romanın özünü, olduğu gibi perdeye aktarmak Amerika gibi dini konularda hassas olan bir ülkede hiç kolay değil. Böyle bir uyarlama film yaparken gerek yapımcıların, gerek senaristlerin, gerekse yönetmenlerin bu konuda olabildiğince iyi bir denge tutturması lazım. Peki, başta yönetmen Chris Weitz olmak üzere Golden Compass’i hazırlayan ekip bunu başarabilmiş mi? Filmi izleyenlerden aldığım tepkilere ve okuduğum eleştiri yazılarına göre, hayır. Şahsi olarak herhangi bir fi kir beyan etmem doğru olmaz. Fakat dediğim gibi, filmi izleyen arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla Golden Compass, sadece görsel efektlerine odaklanılmış olan, iki saatlik bir “popcorn” yapım olmuş. Ne gözünü budaktan sakınmayan din karşıtı söylemler kalmış ortada, ne de kimseye aldırış etmeyen keskin tavır... Yüzüklerin Efendisi serisinden hatırladığımız New Line Cinema’nın milyonlarca Dolar’ı boşa gitmiş anlayacağınız. İşte böyle durumlarda, üzülmemek elde değil sevgili dostlar. O parayla neler yapılırdı yahu? Neler neler, değil mi müdürüm?
Her neyse; işte yapımcılar, böyle büyük bütçeli bir markanın balını kaymağını iyice yemek, hatta ve hatta ellerinde bulunan lisansı iliğine kadar kurutmak için ilk olarak nereye sarıldı dersiniz? Oyun sektörüne tabii ki; hem de bu sektörün tüm platformlarına! Tamam, madem romanın filmini kotaramadınız; bari filmin oyununu düzgün yapın, değil mi? Zaten bu ay, başım “kötü film oyunları”yla belada (Beowulf’tan bahsediyorum.); canım yeterince sıkkın. Bari sen yüzümü güldürseydin be Golden Compass! Ne desek boş, ne kadar boğaz patlatsak nafile... Siz yine, bildiğinizi okuyun emi sevgili oyun yapımcıları.
Anasına da bakma, kızını da alma Filmimizin, haliyle oyunumuzun konusu tam bir “İnsanın başına ne gelirse ya meraktan gelir, ya taraktan...” hikayesi... Efendim şimdi, Lyra adında küçük, güzel bir hanım kızımız var. Bu kızımız mektepli, derslerinde başarılı, aklı fi kri yerinde gözüken bir yavrucağız. Fakat bir gün, amcası Lord Asriel ile alimlerin yaptığı bir toplantıya kulak misafiri oluyor ve duydukları başına büyük işler açıyor zira bilmemesi gereken, “top secret” bilgiler öğreniyor bu toplantıdan. Sonra yusuf yusuf dolaşmaya başlıyor etrafta. Başındaki bu büyük sorun yetmezmiş gibi bir de arkadaşı Robert dahil olmak üzere tüm okul arkadaşları, çocuk hırsızları Hamhumlar tarafından kaçırılıyor. Ardından Lyra, Coulter ismindeki (Nicole Kidman ablamız) bir kadının yanına sığınıyor. Ancak kısa sürede bu kadının tekin olmadığını fark ediyor; hemen kaçıyor onun yanından. Çaresiz kalan Lyra, bu sefer Çinganlar’a sığınıyor (Yahu kardeşim, o kadar iti var, uğursuzu var; ne sığınırsın tanımadığın insanlara?!) ve toplantıda duyduğu şeylerin iç yüzünü merak ettiği için onlarla birlikte kuzeye doğru keşfe çıkıyor. Macera böyle başlıyor işte.
Oyun boyunca filmde görmediğimiz, göremeyeceğimiz ve aslında görmemize gerek de olmayan bölümlerde ter döküyoruz. Filmde gördüğümüz birçok etkileyici sahne oyunda da yer almakta ancak bu etkileyiciliğin beyazperdede sıkışıp kaldığını belirtmekte yarar var. Mesela, filmin görsel açıdan en etkileyici sahnelerinden biri olduğunu duyduğum “ayı dövüşü” sahnesi, (Nasıl bir tabirse bu...) oyunda çok sıradan bir şekilde sunulmuş. Kontroller ve oynanış sistemi de sığ olunca oyunun sıradanlığı tavan yapmış.
“Sıradanlık” demişken oyunu yerin dibine sokmaya devam edeyim: GC’nin çok basit bir işleyişi var; oradan oraya zıplayarak dümdüz ilerliyoruz. Yol boyunca bize Pan adındaki bir cin yardım ediyor ve bu cini akrobatik hareketler yapmak için kullanıyoruz. Diyelim ki duvar boyunca tutunabileceğimiz üç tane demir parçası bulunan ve zıplayarak karşı platforma ulaşamayacağımız bir bölüme geldik. İşte Pan, buna benzer bölümlerde sırtımızda beliriyor ve demir parçalarına doğru zıpladığımızda tutunmamızı ve karşı tarafa geçmemizi sağlıyor. Oyunun bu tür bölümleri Prince of Persia’yı hatırlatıyor.
Klavye ve mouse GC gibi platform oyunları için ideal bir ikili değil; bu yüzden zor bölümlerde “Keşke gamepad olsaydı” diye yakınmak kaçınılmaz. Ancak belirtmeliyim ki GC’nin en basit bölümlerinde bile kontrol sistemi hantal işliyor. En basitinden örnek vereyim: Karakterimizi yürütmek bile epey zor; insan resmen sinirleniyor Lyra’yı kontrol ederken. Üstelik bazen kamera açıları o kadar saçmalıyor ki delirmemek için aşırı sabırlı olmak gerekiyor. Hele hele Pan’ın bize yardımcı olduğu zamanlarda... Kamerayı kendi isteğimize göre çevirme imkanımız yok; tam bir rezillik!
Oyunda en çok eğlendiğim bölümler, ayı kardeşi yönettiğimiz bölümler oldu. Ayımızın hem zırhı çok sevimli duruyor, hem de Ian McKellen’in sesi babacan bir hava katmış bu karaktere. Üstelik bayağı iyi dövüşüyor ayı kardeş; hareketli bir karakter yani. Fakat anlamadığım bir nokta var: Lyra kızımız ayının sırtında nasıl öyle rahat duruyor? Eski rodeoculardan mı kendisi? Bir defa olsun “Yavaş ol ayı!” şeklinde uyarılarda bile bulunmadı oyun boyunca. Sen ne gamsız bir insanmışsın Lyra bacım...
Gelelim grafiklere... Orta seviyedeki bir sistemde bile GC, rahat rahat çalışıyor. Tabii ki en yüksek detay seviyesinde oynamak için bilgisayarınızın en azından 2007 sistem toplama olması lazım. Fakat elinizdeki bilgisayar, canavar bir sistem bile olsa oyunun size sunacağı görsellik çok sınırlı. Bu eksi özellik, filmin fantastik ve büyüleyici atmosferinin ‘’büyüleyici’’ kısmını epey baltalıyor. Yani sakın süper efektler, ışıklandırmalar, kaplamalar falan göreceğinizi ummayın; hayal kırıklığına uğrarsınız. Oyunun işitsel özelliklerini ise görselliğine nazaran başarılı buldum. Çoğu film oyunundaki gibi yine filmin orijinal ses materyallerinden yararlanılmış; böyle yapılarak iyi de edilmiş çünkü özellikle müzikler, grafiklerin mahrum bıraktığı zevki az da olsa veriyor. Seslendirmelerin kalitesi de yine iyi bir düzeyde. Ancak işitsel özelliklerin iyi olması GC’nin paçasını kurtarmaya yetiyor mu? Kesinlikle hayır!