Merhaba. Ben San Francisco’da doğup büyümeye çalışan bir çocuğum. Bizim şehrimiz hep çok güzel. Yani, birkaç ay öncesine kadar öyleydi. Güneş, deniz, güzel kızlar... Ben 10 yaşındayım ve güzel kızlar şu anda ilgimi çekmeye başladı. San Francisco’da onlardan çok var. Bir de dondurmacılar var, onlardan da dondurma alırız.
Annem ve babam ile birlikte, kocaman bir evde yaşıyoruz. Yani, yaşıyorduk. Onları çok seviyorum. Kardeşim olmasını istedim ama işleri çokmuş, sonra alırız dediler, inandım.
San Francisco’da hep yokuş var. Her yer yokuş. Ben koşmayı çok seviyorum ama buna rağmen, evden aşağı koştuktan sonra yukarı çıkasım gelmiyor. Bir süre aşağıda yaşamayı düşündüm, ailem çok telaşlandı, sirenlerle birlikte akşamüstü beni gelip aldılar. Biraz da kızdılar galiba; çok ağlıyorlardı, hallerinden anlayamadım.
Şimdi şehrimiz değişti. Artık güneş pek uğramıyor sanki buralara. Güzel kızlar da yok. Yokuşlar deseniz, hala yorucu; çünkü yollarda uyuyan ve kalkmayı bilmeyen bir sürü insan var. Sürekli aynı yerde uyuyup duruyorlar.
Bir de çekik gözlü, silahlı adamlar var. Onları sevmiyorum. Herkese, hep kötü davranıyorlar. Annemler onlardan uzak durmamı söylediler, ben de hiç gitmiyorum yanlarına. Hep annem ve babam ile olmak istiyorum ve onlar da benimle birlikte kalmak istiyorlar zaten. Yanlarında kendimi güvende hissediyorum; kimse bana zarar veremez onlar varken!
Şimdi uyuyorlar. Kaldırmak istiyorum çünkü acıktım. İki gündür bir şey yemiyorum ve onların ağır uykusu da iki gündür bitmiyor, sürekli uyuyorlar... Sanki bir daha kalkmayacaklarmış gibi mutlular...
Elveda Amerikan rüyası
Her yere kolunu uzatan Amerika’ya Büyük Kore Federasyonu bir tane okkalı tokat patlatıyor ve San Francisco’dan New York’a uzanan bir istila başlıyor. Büyük Kore Federasyonu, neredeyse tüm dünyaya gücünü kanıtlamış durumdayken, sıra Amerika’ya geliyor ve süper güç ABD bile dayanamıyor, beyaz bayrağı çekiyor.
Her istilanın değişmeyen sonuçlarından biri olan direnişçiler, ABD’de de bol bol var elbette ki. Bunlar kahyakalanıp korunaklı hapishanelere konuyor, kah öldürülüyor, kah gecekondularda yaşıyor.
Modern Warfare’ın başını hatırlar mısınız? Çok dramatik bir girişi vardı. Bir arabanın içerisinde, kaderimize doğru ilerlerken çevreyi gözlemliyor ve infazları, bize yabancı gelen o tozlu yaşamı görerek irkiliyorduk.
Homefront da böyle başlıyor. Henüz direnişçi bile değiliz; bir helikopter pilotuyuz. Koreliler tarafından yakalanmışız ve tutsak olarak konulacağımız yere doğru bir otobüste yavaş yavaş ilerliyoruz. Bu sırada, aynı MW’da olduğu gibi otobüsün penceresinden sokaklara göz gezdirebiliyoruz. Görüyoruz ki ABD bayağı dağılıp gitmiş. Sivil halkı rehin tutan Kore askerleri, acıyla kıvra-nan siviller, suçsuz halka yapılan şiddet gösterileri, infazlar, giriş kısmındaki çocuğun başına gelenler... Hepsini gözlerinizle görüyor ve üzülmeye çalışıyorsunuz. Çalışıyorsunuz; çünkü ortada bir sorun var...
Bir tane daha koy barmen
Homefront güzel şeyler vaat ederek başlıyor hikayeye. Hoş bir senaryo var, oynanış zaten iyi. Az önce bahsettiğim, dramatik olması gereken girişse tam anlamıyla bir seti andırıyor. Hani Truman Show’un ortalarına doğru olayların tamamen kurmaca olduğu size belli edilmeye başlanıyor ya, işte oradaki set havası aynen Homefront’ta da var.
Bakın bu otobüsten izlediğimiz, korkunç olması gereken sahneler, bize günışığında sunuluyor, herhangi bir filtreleme veya görsel efektten uzak tutulmuş ve oyun, inanılmaz grafiklere sahip de değil. Eh, o zaman da inandırıcılık gidiyor; zaten daha ne olduğunu bilmediğiniz bir oyuna, sunulması gereken atmosferle alakası olmayan bir görsellikle başlıyorsunuz.
Otobüse bir direnişçi saldırısı oluyor, direnişçiler sizi de kapıp oradan uzaklaşıyor. Daha sonra direnişçilerin kendilerine kurdukları hayatla tanışıyorsunuz. Gözlerden uzak bir alanda, terk edilmiş bir bölge havası verilmiş, kendi enerjilerini ürettikleri, elektrik ve elektronikten uzak bir yaşam... Ve bu da gördüğünüz ikinci büyük set oluyor. Buradaki yaşam o kadar yapay duruyor ki az sonra yönetmenin çıkıp "Tamam kestik.” diyeceğini düşünüyorsunuz.
Atmosferden yoksun bir oyun Homefront. O kadar ki beş saatlik oyun boyunca bir kez bile heyecanlanmadım, bir kez bile, "Şurası güzel olmuş.” demedim, diyemedim. Metro 2033’te Rusya’nın nasıl bir felaketle karşı karşıya olduğunu, insanların tünellerde nasıl yaşam mücadelesi verdiğini nasıl hissedebiliyorsak, burada da bir o kadar hissiz kalıyoruz.
Sıradan hayatlar
Oysa ki silahlarımız var, düşmanlarımız bol, tanklar, ilginç oyuncaklar elimizin altında; hatta cephane özellikle az tutulmuş ki Kore ordusunun karşısında Rambo gibi bir portre çizmeyelim.
Bir helikopter pilotu olarak ne kadar yetenekli olduğumuz da bir başka dosya konusu. Karşılaştığımız tüm makineli tüfekleri rahatça kullanıyor, birisi, "Önüne çıkan tanklara bu dürbünlü cihazla hedef al ve onları şu otomatik hareket eden araçla yok et.” dediğinde, bunu doğduğumuzdan beri yapıyormuşçasına, büyük bir maharetle hallediyoruz. Bu bir oyun olduğu için, silahları kullanmak için bir alışma süreci elbette ki gerekmeyecektir ama bari karakterimizin yaşadığı zorlukları biraz anlayabilseydik, iyi olmaz mıydı?
Atmosferdeki yavanlık, sürekli yanımızda gezen karakterlere de etki etmiş. Homefront, piyasadaki çoğu FPS gibi, "elinizden tutan biri olmadığı sürece ilerleyemediğiniz” oyunlardan. Sürekli birileri size eşlik ediyor ve üstüne bir de hafif geri zekalılar. Düşmanları vurmayı geçtim, duracakları yeri bile zar zor seçiyorlar; eğer onların durması gereken yerde durursanız, siper almayı reddedip ateş altında kalıyorlar. Bu kukla karakterler, karakter açısından da zayıf olduğundan mütevellit, onları pek umursamak da istemiyorsunuz. Zaten birkaç gün önce tanışmışsınız; ölseler de umurumuzda olmaz...
Helikopterden Amerika manzarası
Oyunun başlangıcında birkaç ufak grupla çatışıyoruz. Bize karşı koyan askerler, basitçe siper alan ve bulundukları yerden pek ayrılmadan size ateş edip bomba sallayan adamlardan ötesi değil. Zaman zaman mavi bir ışık yayan ve yakalanınca üstümüze ateş açan kulelere rastlıyoruz, zaman zaman da ağır silahlarla donatılmış araçlar görüyoruz. Oyunun beş saatlik süresinde yaklaşık iki buçuk saat geçirdikten sonra savaşlar biraz daha büyüyor ama aksiyon, herhangi bir FPS oyunundakinden fazlasını veremiyor.
Oyunu indirmek için aşağıdaki konuyu inceleyiniz;